Prof. Dr. Erol Göka’ nın yazısı:
Başkalarına yardım etme konusunda bu kadar ittifak etmiş, gecemizi gündüzümüzü başkalarına yardım etme motivasyonuna göre heder etmeye koyulmuşsak, hekimliğin bir psikolojisi olmalı.
Öyle değil mi; diğer insanların (o da çok az bir kısmının) işlerinden ve uğraşlarından arta kalan zamanlarında gönüllülük esasına göre yaptıkları hayır ve yardım faaliyetlerini biz görev olarak benimsemedik mi?
Üstelik öyle bir görev ki yaptığımız iş, resmi dille ifade edecek olursak “yirmi dört saatlik iş” kapsamında yer alıyor.
Günün her saatinde dünyanın her yerinde bizim yaptığımız işi yapan bir meslektaşımız var; dahası bize de ihtiyaç olduğunda biz de başkalarına yardım için hazır ve nazır beklemeliyiz.
Sınırboylarındaki askerler gibi hep uyanık, hep tetikte.
Bu koşullara uyan başka bir meslek daha biliyor musunuz siz?
Haa, var elbette “yardımcı sağlık personeli”, “güvenlik görevlileri”, “itfaiyeciler” vs…
Ama hekimliğin onlardan çok farklı yanları var. Birinci fark, diğer yirmi dört saatlik mesleklerde hiç kimse iş saati uygulamasının dışına çıkmıyor.
Örneğin bir itfaiyeciyi komşusu gece yarısı yatağından kaldırıp “Komşu bizim mutfakta dumanlar çıkıyor, şuna bir bakıversen” demiyor.
Daha önemli fark ise, kimse ergenlik yaşlarında kendi bireysel kimliğinin oluşumunda temel olacak meslek seçimi yaparken, “ben itfaiyeci olayım” ya da “ben mahalleye bekçi olacağım” gibi ifadeler kullanmıyor.
Bazı istisnaları olsa da hekimlik dışındaki yirmi dört saatlik mesleklere insanlar genellikle başka iş bulamadıkları için yöneliyorlar.
Yirmi dört saatlik mesleklerden yalnızca hekimlik için, talipliler daha çocukluktan itibaren belirlenmeye başlıyor.
“Teyzesi benim oğlum çok akıllı, çok iyiliksever, doktor olacak büyüyünce” ya da “Kızım çocukları çok sever, bu sevgi potansiyeliyle ne iyi çocuk doktoru olur hem hini hacette bize de faydası dokunur yavrumun”…
Böyle sözler hangimizin kulaklarına fısıldanmadı çocukluğumuzun ilk yıllarından beri?
Sonra zorlu tıp eğitimi ve gecesini gündüzüne katmalar, ailenin yüzünü kara çıkarmamak için fakülte yılları boyunca dersten başka bir şey düşünmemeler…
Fakülte yıllarının sonlarına doğru dikkatini uzmanlık eğitimine vermeler, zaten çalışmak dışında bir şey bilmedikleri için çok çabuk kazanılan hoca takdirleri…
Uzmanlık eğitimi boyunca da hep devam eden başarılar ve “başarılarınızın devamını dilerim” ler…
Araya bir yere sıkıştırıverilen ve genellikle başka meslekten birileriyle tanışma fırsatı olmadığından bir meslektaşla yapılan “evlilik”ler…
Yalnızca hastalarla dolu, feda edilmiş, daha öğrenilemeden yitirilmiş bir hayat…
İşinde usta ama hayatta aceminin acemisi bir garip insan….
Bütün bunlar olup biterken en çok göğüsleri kabaran ve gururla dolanlar, hekimler değil, onların başta ebeveyni olmak üzere yakınlarıdır genellikle.
Onlar bir taşla iki kuş vurmuşlardır üstelik.
Hem çocukları başarılı olmuş kendini ve hatta ailenin geleceğini kurtarmıştır hem de hepsinin her zaman göneneceği bir aile anıtı kazanmışlardır.
Evet böyle benzer öyküler dışında, hekim davranış ve tutumlarının kendine özgü kültürel bir göstereni yok ama kesinlikle psikolojik bir ortak noktası var ve bu ortak noktayı, çocukluğumuzdan beri durmaksızın zihnimize nakşedilmiş “kendimizi başkalarına adamamız halinde, bizden beklenenin en iyisini yapmış olacağımız” a dair sözler, tutumlar, imalar oluşturuyor.
Toplumun hekimliği kutsallaştırmaya; hekimler gibi özverili, kendini hiçe sayan, yalnızca başkalarına adanmış adsız kahramanlara ihtiyacı var.
O nedenle adanmışlık psikolojisine batırılmaya çalışılıyor aileler tarafından bazı çocuklar; özellikle akıllı ve iyi yürekli olanları.
İşte biz o çocuklarız dünyanın her yerinde: adanmışlık psikolojisine batmış, akıllı, iyi yürekli.
Zaten bu yetiştirilme biçiminin aleyhinde davranan aramızdan birkaç kişi çıktığında da bütün toplum, bütün medya o yüzden üstümüze çullanıyor.
Kendi yeminimizi (Hipokrat) üstümüze silah gibi tutuyorlar bu yüzden. “Sakın ha yemininiz unutmayın. Siz ölene kadar kendinizi bize adamak zorundasınız, yemininizi bozarsanız biz mahvoluruz ama mahvolmadan önce sizin canınıza okuruz” diyorlar.
Kesinlikle eminim hekimlerin çoğu Hipokrat Yeminini daha doğarken etmişler.
O yüzden daha erken ölüyorlar, o yüzden daha çok ruhsal ve fiziksel rahatsızlıklara yakalanıyorlar, o yüzden daha çok alkol alıyorlar, o yüzden daha çok canlarına kıyıyorlar.
Kaynak: http://www.anh.gov.tr/dosyalar/gazete/numunegazetesayi2.pdf