Quantcast
Channel: Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
Viewing all 7909 articles
Browse latest View live

KAHVALTIDA SİMİT YİYENLER DİKKAT!

$
0
0

Kefir, keten tohumu, susam, D vitamini, zerdeçal, hep ‘mucize’ olarak adlandırılır. Peki kime göre faydalı, kime göre zararlı? Diyetisyen Arzu Yamanel, doğru bilinen yanlışlar konusunda uyardı: “Fazla D vitamini kemikleri zayıflatır, susamın fazlası baş dönmesi yapar, tansiyonu fırlatır. Kefirin fazlası kilo yapar, kan sulandırıcı içen keten tohumundan uzak durmalı. Ekinezya 8 haftadan fazla kullanılmamalı…”

Herkes sağlıklı yaşamın formüllerini merak eder. Kimi okuduğunu, kimi de yakınlarından duyduğunu uygular. Peki doğal olan her besin herkes için faydalı mı? Ölçüyü nasıl ayarlamak gerekir? Hangi hastalığı olan nelerden uzak dursun? “Sağlıklı beslendiğim halde kilo veremiyorum” diyenler nerede hata yapıyor? Diyetlerin genel geçer bilgilere göre değil, hekim-diyetisyen kontrolünde mutlaka kişiye özel belirlenmesini gerektiğini vurgulayan Diyetisyen Arzu Yamanel, soru ve cevaplarla merak edilen konularda önemli bilgiler verdi.

"BAL 1 YAŞ ALTI BEBEKLER İÇİN TEHLİKELİ"

Bal, keten tohumu, susam gibi besinler herkes için mucize midir?

Bal içerdiği vitamin, mineral ve aminoasitlerden dolayı mucize olarak adlandırdığımız besinlerden biridir. Kanser ve birçok kronik hastalığa iyi gelen bal, 1 yaş altı bebeklerde kullanılamaz, çünkü arılar bal yapmak için nektar toplarken botulizm bakteri sporlarını da beraber alıp farkında olmadan bal yapımında kullanırlar. Yetişkinlerde herhangi bir sorun oluşturmaz. Ancak hem vücudun savunma ve sindirim sistemi yeterince gelişmemiş hem de mideleri hala sadece anne sütünü sindirecek durumda olan 1 yaşın altındaki bebeklerde bu bakteri, ‘botulizm’ adı verilen tehlikeli bir zehirlenmeye neden olabilir. Ayrıca balın karbonhidrat içeriğinden dolayı, kan şeker düzeylerinde aşırı bir yükselmeye sebep olacağından diyabet hastalarının da bu besini tüketmemeleri uygundur. Eğer çok isterlerse uzman kontrolünde ve glisemi kontrolü sağlanarak tüketimlerine izin verilebilir.

Keten tohumu; başta sindirim sistemi olmak üzere birçok hastalığın tedavisinde sıklıkla kullanılır. Özellikle kabızlık, yüksek kolesterolün düşürülmesi, antienflamatuvar özellikleri ve zayıflamada kullanılır. Bununla birlikte eğer kan sulandırıcı bir ilaç kullanıyorsanız, keten tohumu kullanmayın. Diyabet ilaçları kullananlarda keten tohumu mutlaka uzman kontrolünde kullanılmalı, çünkü kan şekerini hızlıca düşürebilir. Fazla miktarda keten tohumu östrojen miktarını artıracağı için; kistik yapıda vücudu olanların tercih etmemesi önerilir. Ailede rahim kanseri ve yumurtalık kanseri öyküsü varsa, yine keten tohumu kullanımına dikkat edilmelidir veya kullanılmamalıdır.

Susam; A, C, E vitaminleri bakımından oldukça zengindir. Ayrıca içeriğinden dolayı; diyabet hastalığında ve anemide tercih edilir. Ancak susam yağlı bir besindir, dolayısıyla simit gibi bol susamlı besinlerin fazlası, kilo problemine sebep olur. Alerjik bir yapıda olanlar için ciltte kızarıklık, döküntü, kaşıntı, baş dönmesi, tansiyon problemi gibi sorunlara yol açabilir.

"YUMURTAYI TEREYAĞLI YİYEBİLİRSİNİZ"

Her sabah yumurta yemek kolesterolü etkiler mi?

Optimum miktarlarda kolesterol vücudumuz için olmazsa olmazdır. Ancak vücuda gereğinden fazla kolesterol almak bazı sorunların ortaya çıkmasına sebep olabiliyor. Özellikle kanımızda dolaşan kolesterol miktarı arttıkça damar sağlığımız risk altına giriyor. Kolesterolün beslenmeyle yakından bir ilişkisi var. Bu süreçte bizi en yakından ilgilendiren çok da popüler olan yumurta. Yıllarca yumurtanın kolesterolü aşırı yükselttiği ve kolesterol sorunu olanların yumurtadan ve yumurtalı her besinden uzak durmaları gerektiğini düşündük. Ancak, son zamanlarda yapılan bilimsel çalışmalarda yumurtanın kolesterolü öyle sanıldığı gibi yükseltmediği görüldü. Çünkü yumurtanın sarısı yenildiğinde kanda yükselen kolesterolün damarlara çok da zararı yoktur. Ayrıca haftada 3-5 gün yumurta tüketildiğinde de iyi kolesterol dediğimiz HDL kolesterolün de bir miktar yükseldiği bulunmuştur. Ancak her besinde olduğu gibi yumurtada da makul sınırlarda tüketime dikkat edilmelidir. Yani bol bol pastırmalı, sucuklu yumurta yemek yerine arada 1 tatlı kaşığı tereyağında pişmiş sahanda yumurta veya menemen yemenizi öneririm.

Hayatımdan ekmeği, şekeri, tuzu çıkardım neden hala kilo veremiyorum?

Aslında bu durumun altında çok basit sebepler yatar. Biz uzmanlar öncelikle kan tahlili sonuçlarınızı değerlendiririz. Eğer sonuçlarınız idealse, yaptığınız ve farkında olmadığınız küçük hataları bulup onları düzeltiriz. Örneğin; fındık, fıstık, ceviz gibi kuruyemişler çok faydalı ancak kalorili besinlerdir. 5 adet fındık veya 5 adet badem 50 kaloridir. Danışanlarım hayatına sağlıklı beslenme sürecini bir şekilde entegre etmiş oluyor ancak miktarda ciddi sorun yaşıyorlar. Örneğin ‘Kefir çok sağlıklı ve mutlaka günlük beslenmemizde yer almalı’ diyoruz, danışan ise kefiri hayatına sokmuş ama günde alması gerekenin çok çok üzerine çıktığı için fazla kalori olarak dönüyor, dolayısıyla kilo veremiyor. Diğer taraftan en sık karşılaştığım problem yine ara öğün atlama sebebiyle özellikle akşamüzeri atıştırmalarının fazla olması. Yemek hazırlanana kadar kişi, 3 badem, 2 ceviz içi, 1 tane galeta, yarım dilim peynir yese bile yaklaşık 200 kalori almış olur (dikkatinizi çekerim, hepsi oldukça sağlıklı ve önerilen besinler). Üzerine de yemekte 120 gr haşlanmış tavuk, zeytinyağlı salata ve 1 kâse yoğurt bile yese, atıştırmalar yüzünden günlük kalori ihtiyacının yaklaşık 200 kalori üzerine çıkmış oluyor.

"MS HASTALARI EKİNEZYADAN UZAK DURSUN!"

Üst solunum yolu hastalıklarında kullanılan ekinezyayı kimler kullanmamalı?

Ekinezya, özellikle iltihap giderici, bağışıklık sistemini uyarıcı, antioksidan ve yara yeri iyileştirici özelliklere sahip birçok kimyasal madde içerir. En çok yararlı olduğu yer üst solunum yolu enfeksiyonlarıdır. Ancak otoimmün hastalıklar (lupus, romatoid artrit), MS ve verem gibi hastalıklarda kullanılmamalıdır. Yan etki olarak baş ağrısı, halsizlik, bulantı, mide ağrısı, kabızlık ve döküntü, görülebilir. Bazı ilaçların etkisini ve yan etkisini artırabilir. 6-8 haftadan daha uzun kullanımının bağışıklık sistemini baskıladığı gösterilmiştir. Bu nedenle 8 haftadan daha uzun süre kullanılmamalıdır.

D vitamini yararlı mı, zararlı mı?

Son yıllarda oldukça popüler olan D vitamini, kemik sağlığından, bağışıklığın güçlenmesine kadar birçok faydası vardır. D vitamini eksikliğinin ise diyabet hastalığından, kalp hastalıklarına, depresyondan astıma kadar birçok hastalıkla ilgili olduğu bilimsel çalışmalarla saptanmıştır. Yağda çözünen bir vitamindir. Diyetle alınan kalsiyum ve fosforun bağırsaklardan emilimini sağlar. Ancak D vitamini düzeyinizi kontrol ettirmeden takviye başlamayın. İdeal D vitamini alımı günde 1000-2000 Ü olmalıdır. D vitamini için tolere edilebilir üst sınır tüm yaş gruplarında 4000 ünite, yani 100 mikrogramdır. Fazlalığı ciddi kalsiyum yüksekliğine neden olur. Bu durum kalp-damar hastalıklarına, mide bağırsak hastalıklarına, ruhsal ve sinirsel hastalıklara neden olabilir. Hatta kalp ritim bozukluğu yapabileceğinden ölüme bile neden olabilir. Ayrıca D vitamini fazlalığı kemik döngüsünün durmasına ve kemiğin daha kırılgan hale gelmesine neden olabilir.

Kemoterapi alan hastalar zerdeçal kullansın mı?

Yeni yapılan bilimsel çalışmaların çoğu zerdeçalın, normal olmayan hücrelerin ve kanser hücrelerinin çoğalmasını engellediğini gösterilmiştir. Özellikle kanser hücrelerinin yaşamasını sağlayan enzimin aktivitesini azalttığı belirtilmiştir. Özellikle kalınbağırsak kanseri riski yüksek olan kişilerde kanser gelişiminin engellenmesinde yararlı olabileceği düşünülüyor. Bununla birlikte zerdeçalın, bazı ilaçlarla birlikte kullanılmaması gerekir. Bu ilaçların meme kanserini öldürücü etkisini bozabilmektedir. Ayrıca spastik bağırsak hastalığı olanlarda yakınmaları artırdığı için kullanılmamalıdır. Safra yolları tıkanıklığı, safra taşı, ülser dahil mide-bağırsak hastalığı olanların da bu ürünü kullanmaması gerekir.

Kaynak: http://www.haberturk.com/kahvaltida-simit-yiyenlere-kotu-haber-2044012


SAÇINIZI KOLAYLA YIKARSANIZ NE OLUR

$
0
0

Güzellik uğruna her şeyi göze almış genç bir kadın kolayla saçlarını yıkadı ve…

Saçınızı kolayla yıkarsanız ne olur?
 
Ellko adlı bir Youtube fenomeni bu konu hakkında kendisini denek olarak öne sürdü ve geçtiğimiz günlerde yayınladığı video ile şaşırtıcı bir gerçeğin kapısını araladı. Saçları sodayla yıkayarak kıvırcık ve dolgun göstermek, uzun zamandır denenen bir yöntem.
 
Saçınızı kolayla yıkarsanız ne olur?
 
Kola şekerli formülü ve lavabolardaki tıkanıklıkları bile çözen çürütücü yapısıyla saçınıza sürmek istemeyeceğiniz bir içecek gibi duruyor. Fakat Ellko bunu umursamadı ve iki şişe kolayı başından aşağı boca etti.
Saçınızı kolayla yıkarsanız ne olur?
 
Saçlarını kolayla bir güzel yıkadıktan sonra banyoya giden ve saçlarını şampuanla koladan arındıran Ellko saçlarının gürleştiğini ve daha canlı gözüktüğünü farketti. Üstüne üstlük yıllardır dalgalandırmaya çalışıp başaramadığı saçları tam da istediği gibi dalgalı bir görünüme sahip olmuştu.
Saçınızı kolayla yıkarsanız ne olur?
 
Bilimsel olarak konuya yaklaşacak olursak, kola fosforik asit içeren bir sıvı ve işin sırrı da burada yatıyor. Kola PH değeri 2.5 gibi oldukça düşük bir formüle sahip. Bu da saçla temas ettiğinde doğrudan etki etmesini sağlıyor. 
 
Saçınızı kolayla yıkarsanız ne olur?
 
Düz saçları dalgalandırmak, solgun saçları canlandırmak kola ile çok kolay ancak kesinlikle kola ile yıkanan saçların şampuanla arındırılması gerekiyor çünkü kola aynı zamanda çok fazla şeker içeriyor ve şeker saçlar için pek de iyi değil. Bu noktada Ellko diyet kola kullanmanın daha mantıklı olduğunu düşünüyor. (Radikal)

HABERTÜRK GAZETESİ KAPANIRKEN…

$
0
0

Bir gazetenin kapanması tüm medyanın kapanması gibidir...

***

Gece yarısı koşarak fakir balıkçının kulübesine giden; hastanın sırtını göğsünü dinleyerek, boğazına bakarak, ateşini tansiyonunu ölçerek teşhis koyan ve hatta çantasından ilaçları da bedava veren Nubar Terziyan tipi doktorlar eski Türk filmlerinde kaldı.

Artık doktorlar evlere gitmedikleri gibi ayaklarına gelen hastalara da dokunmuyorlar,

Tomografi, endoskopi, anjiyo, PET, MR, test ve tahlil yaptırmadan teşhis konmuyor.

Zaten hastaneye gidenler de tahlil tetkik istenmeden teşhis konmasını asla kabullenmiyorlar.

Doktorlar hastalarına çantalarından bedava eşantiyon ilaç vermiyor, ev yapımı ilaç tavsiye etmiyorlar.

Tıp değişiyor, dünya değişiyor, medya da değişiyor.

Her gazetenin veya her iş yerinin kapanması hüzün vericidir, bu daha çok da işsiz kalacak olan çalışanlar sebebiyledir ama değişen dünyayı görmek, ona göre tedbir almak ve değişime ayak uydurmayı bilmek gerekiyor.

Gelelim neticeye

El değmeden hasta muayene edilen bir dönemde gazetelerin el değmeden okunmasına da şaşırmamak lâzım.

Devamı gelecektir…

Bu gazete kapanırken ağıt yakanlar zamanında kimleri ağlattılar bir düşünsünler!

O ŞAFAK VAKTİNİN CİHANGİRİ

$
0
0

Geçen hafta salı günü, yani 28 haziran 2005 Cinuçen Tanrıkorur’un 5. ölüm yıldönümü idi. Zamanın ne kadar hızlı aktığına bir kere daha şaşırdım. Sanki onu daha birkaç ay önce Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ndeki odasında ziyaret etmiştim.

Bir aydan beri iç hastalıkları bölümünde yatıyordu. Çok ağır, tedavisi olmayan hastalıklarla mücadele ediyordu gene. Eşi Barihüda Hanım daima yanı başındaydı. Keza ona hizmet etmekten ibadet edercesine zevk aldıklarını hissettiğim pek çok öğrencisi de hep odada ya da koridorlardaydılar. Ahmet Özhan, Filiz ve Ömer Şatıroğlu,  Necati Çelik ve diğerleri…

O, ise çok büyük sıkıntılar, acılar çekiyor olmasına rağmen huzur içinde yatağında yatıyordu. Damarlarında serumlar, ilaçlar, sondalar, burnunda oksijen kateteri vardı ve artık bu dünyadaki son saatlerini yaşıyordu. Ama yüzü nur içinde, gözleri pırıl pırıldı.

Ben onunla hastalıkları sırasında çeşitli zamanlarda birlikte olmuştum, bir an için olsun, bir kere olsun ümitsizlik, oflama, sızlanma, şikayet… duymadım. Her rahatsızlığının bir imtihan olduğunun bilincindeydi.

"Allah bana ikinci bir ömür ikram etti, benim ona hizmetle mükellef olmaktan başka yapacak şeyim yok" derdi. Çünkü, 1975 yılında konser vermek üzere Paris’e davet edilmiştir. Hazırlıklar tamamlanır ve tam yola çıkılacakken bir kaza olur ve udu kırılır. Kendisininkinden başka bir udu çalmayan Cinuçen Hoca, ustasına koşar. Ancak, udunun aynı gün içinde tamiri mümkün olmadığından bileti iptal edilir ve yolculuk ertesi güne kalır. Hoca’nın udunun kırılması yüzünden binemediği uçak Paris yakınlarında düşer ve uçaktaki herkes ölür.

Birçoklarınızın adını bile duymadığınızı, kim olduğunu bilmediğinizi sandığım Cinuçen Tanrıkorur, 20. yüzyılın en önemli kültür adamlarından biriydi ve gerçekten de farklı bir insandı.

20 Şubat 1938’de Fatih’ de doğdu. Babası Zaferşan Tanrıkorur, oğluna kendi isminin Kazan Türkçesindeki tam karşılığı olan ve “galip, muzaffer” anlamına gelen “Cinuçen” ismini koydu. Müzik eğitimine, amcası Mecdinevin Tanrıkorur’un kendisine 2.5-3 yaşlarından itibaren meşk etmesiyle başladı. Annesi sayesinde ud ile tanıştı ve kendi kendine çalmasını ve daha sonraları beste yapmasını öğrendi. Besteciliğe ise 14 yaşında Ferahnâk makamında oldukça parlak bir sazsemâîsi ile güftesi Fuzûlî’ye ait Şevkefzâ makamında bir şarkı ile başladı.  

Cinuçen Tanrıkorur,  İtalyan Lisesi ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık bölümünü bitirdi. Şehirci mimar olarak devlet hizmetine girdi. 1973'te TRT Ankara Radyosu TSM şube müdürlüğü görevine getirildi ve burada 1982'deki istifasına kadar programcılıktan daire başkanlığına kadar çok çeşitli görevlerde bulundu. Konya’da Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne bağlı Müzik Eğitimi Bölümünü kurdu. 1989 yılında, irsî olan böbrek hastalığı dolayısıyla Kültür Bakanlığı tarafından ABD’ye gönderildi ve burada 117 eser besteledi. Bu dönemden sonra sürekli olarak hastalıklarla boğuşan Tanrıkorur, toplam sekiz ameliyat geçirmiştir ve bunların üçü ise henüz mimarlık öğrencisiyken yakalandığı kanser sebebiyledir.

Resim 11. Mayıs 1994 tarihinde Merdivenköy' deki evimizde çekilmiştir. Oturanlar Cinuçen Tanrıkorur, 2016 senesinde vefat eden ses sanatçısı Selma Sağbaş, yaylı tanbur üstadı Fahrettin Çimenli; ayaktakiler babam rahmetli dişhekimi Turhan Nesimi, karım Feryal, kanuni Bekir Reha Sağbaş, ben ve Dr. Mustafa Soyluoğlu.

***

Cinuçen Hoca, büyük bir bestekar idi. Türk müziği kadar Batı müziğini de çok iyi bilirdi. Onun müzikteki yerini tabii ki ancak müzikologlar değerlendirebilir. Çok çeşitli formlarda, benzersiz yüzlerce eser bestelediğini ve şedd-i sabâ, zâvil-aşîran ve gülbûse makamlarını onun bulduğunu söylemekle yetineceğim.

Cinuçen Hoca bir ud virtüözü idi. Batılı anlamda ilk ud metodunu o hazırlamıştır. Sesini de udu gibi güzel kullanırdı. Şarkı söylemesi kadar konuşması da mükemmeldi. Çok iyi derecede İtalyanca, İngilizce, Fransızca ve Latince bilirdi. Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler, Biraz da Müzik, Saz ü Saz Arasında, Osmanlılarda Müzik, Türk Mûsikîsi El Kitabı ve Çocuklar İçin Türk Mûsikîsi adlı yayınlanmış kitapları vardır.

Onu, Beşir Ayvazoğlu’nun şu sözleri ne güzel anlatır:

‘’…yürüyüşünden dinleyicilerini selamlayışına, pantolonunun ütüsünden saçlarını tarama biçimine, kelimeleri telaffuzundan kurduğu cümlelere kadar, her şeyi, her jesti, hatta her mimiği, milimetrik olarak hesaplanmış gibi ölçülü biçiliydi. Ve usta parmakları zarif hareketlerle ud'un tellerinde gezinmeye başlayınca, salon çok farklı bir mızrabın etkileyici titreşimleriyle doldu. Yeni ve çok farklı bir icra idi, ama dikkatle kulak verirseniz, kadim bir geleneği, tarihin derinliklerinden gelip sizi kalbinizden yakalayan esrarengiz bir tını olarak duyabiliyordunuz.’’

Cinuçen Tanrıkorur, Bekir Reha Sağbaş, Fahrettin Çimenli çalıyor Selma Sağbaş söylüyor (11 mayıs 1994 Merdivenköy).

GÜNAYDINIM, NAR ÇİÇEĞİM, SEVDİĞİM

Halkımız tarafından en çok tanınan eseri kürdilihicazkar makamında bestelediği sözleri Fevzi Halıcı’ ya ait olan şarkıdır.

Şavkıması, sana doğru yolların,
Sana doğru, denizlerin çağrısı,
Çırıl çırıl ötelerde bir güzel,
Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim..

Çıkmaz sokaklarda bu minyatür kim?
Bu göğüs kim, ya bu gözler, bu saçlar?
Uzak bir özlemde ayak seslerin,
Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim..

Bu yıldızlar doğan günü çağrışır,
Bu gündüzler gözlerini çağrışır,
Ya kimlere verdin avuçlarını?
Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim..

Vurdum tellerine seni, sazımın,
Sende anahtarı, alın yazımın,
Yağmur yağmur serpil yalnızlığıma,
Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim..

Benim en çok sevdiğim eserlerinden biri de Nisan Yağmuru isimli, güftesi Güngör Fahri Tüzün’e ait olan şarkısıdır:

Camlarda nakışlar belirirken yine yer yer,
Hep aynı nisan yağmurunun damlalarından,
Durmuş gibidir sanki zaman pencerenizde...
Bir çağrışımın böyle yaygınlaştığı her an,
Hep aynı hayal belli-belirsiz görünür de,
Efsanelerin çizdiği çehrendeki müjde,
Yağmurla yıkanmış camın ardında gülümser.

Son söz Hilmi Yavuz’dan:

‘’Cinuçen Tanrıkorur' un o elmas melodileri, şimdi, gemiler geçmeyen bir ummanda değil, kalbimizin tâ derinliklerinde çalıyor. O bizim için büyük ve aziz bir ölüdür, kalbimizde yaşayan.’’

Ben de 1974 yılı temmuz ayında Marmara Adası’nda tanıdığım ve orada ilk musiki bilgilerini aldığım Cinuçen Tanrıkorur’u rahmetle anıyorum. Ruhu şad olsun.

 

REÇETELERE ETKEN MADDE İSMİ YAZILMALI

$
0
0

Ankara Eczacı Odası' nın "Reçetelere ilaç ismi yerine etken madde yazılmalı" tavsiyesini ben zaten senelerdir dile getiriyorum.

Bu uygulama ilaç şirketleri ile doktorlar arasındaki menfaat münasebetlerini azaltmak bakımından da fevkalade önemlidir.

Bu tavsiyeye tüm doktorların ilaç yazma özgürlüklerinin ellerinden alınacağını gerekçe göstererek şiddetle karşı çıkacaklarına adım gibi eminim.

Bu vesile ile şu görüşlerimi tekrarlıyorum:

BİR: Reçeteli veya reçetesiz tüm ilaçlar, bitkisel tıbbi ürünler, doğal beslenme ürünleri, antioksidanlar, vitaminler, tıbbi amaçla kullanılan besin destekleri ve benzerleri mutlaka ve sadece eczanelerde satılmalıdır. 

İKİ: Besin destekleri ve benzeri ürünlere Tarım Bakanlığı değil sadece Sağlık Bakanlığı ruhsat vermeli, Tarım Bakanlığı' ndan alınan ruhsatlar Sağlık Bakanlığı tarafından onaylanmalıdır.

ÜÇ: Hiçbir ilacın reklâmı yapılmalıdır. Doktorlara ilaç reklâmı hatta ilaç tanıtımı yapılması da ilaç ve bitkisel ürünlerin internet yoluyla reklâm ve satışları da yanlıştır; bunlarla ilgili düzenlemelerin de bir an önce yapılması gerekir.

DÖRT: Tedavide eczacılar da doktorlar gibi sorumlu olmalıdır. Nasıl bir doktor yerine stajyer doktor, hemşire veya hasta bakıcının hasta bakması ve ilaç yazması mümkün değilse reçetelerin de kalfa veya çırak değil mutlaka "eczacı" tarafından değerlendirilmesi gerekir; çırak veya kalfa ilacı raftan alıp eczacının masasına koyan kişilerdir.

BEŞ: Eczacılar doktorların yardımcısı olmalıdır; ilacın nasıl kullanılacağını, nasıl saklanacağını, hastanın hangi durumlarda doktoru araması gerektiği gibi hususları hastaya anlatmakla yükümlü olmalıdır.

ALTI: Doktorların ilaç etkileşimleri konusunda bilgileri yetersizdir; neredeyse her gün yeni bir ilacın piyasaya çıktığı günümüzde ilaç etkileşimleri ve dozaj bakımından doktorları uyarmak da eczacıların vazifesi olmalıdır.

YEDİ: Diğer taraftan eczanelerde şampuan, deniz topu, oje, ruj, gözlük gibi ilaç olmayan ürünlerin hiçbirinin yeri olmamalıdır.

Eczacılar, sizinleyim!

***

Ankara Eczacı Odası Yönetim Kurulu tarafından, Mersin'in Tarsus ilçesinde bir eczanede, eczacının hastaya eş değer ilaç vermek istemesi üzerine gerçekleştiği öne sürülen, biri ağır 4 kişinin yaralandığı olaya ilişkin yazılı açıklama yapıldı.

Çok yakın bir zaman önce, Ankara'daki bir eczanede de eczacının hastanın reçetesiz antibiyotik talebini karşılamadığı için saldırıya uğradığı belirtilen açıklamada, "Her iki saldırıda da bir can kaybı yaşanmamış olması, tek tesellimiz olmakla birlikte, sağlık çalışanlarının yaşadığı şiddet olaylarının artması bizleri derinden üzmektedir." ifadesine yer verildi.

Mersin'deki saldırının eş değer ilacın hastaya verilmesinden dolayı gerçekleştiğinin basına yansıdığı belirtilen açıklamada, eş değer ilaç ve orijinali arasında tedavinin etkinliği konusunda hiçbir ayrım bulunmadığı vurgulandı.

Açıklamada, şu değerlendirmeler yapıldı:

"Odamız Denetleme Birimine hastalardan gelen her 10 yazılı şikayetten 2'si eczanelerde eş değer ilaç verilmesi ile ilgilidir. Yine günlük olarak eş değer ilaç konusunda telefon ile en az 3 hasta şikayette bulunmaktadır. Haftalık olarak ortalama 20 telefon şikayeti aldığımız bu konu ile ilgili, Odamız ilgili birimince muadil/eş değer ilaç arasında herhangi bir fark olmadığına dair bilgi, hastalarımıza sunulmakta ve halkımız eş değer ilaç konusunda sözlü ve yazılı olarak bilgilendirilmektedir.

Odamız tarafından yapılan bu bilgilendirmelerin hastaların sağlık okuryazarlığını artırdığına inanmakla birlikte, bu bilgilendirme sadece şikayette bulunan hastalara yapılabildiği için tüm kamuoyunun bilgilendirilmesi konusunda daha fazla çabanın gösterilmesi gerekmektedir."

Kamuoyunun eş değer ilaç başta olmak üzere, eczane hizmetleri de dahil tüm sağlık hizmetleri konusunda bilinçlendirilmesinin talep edildiği açıklamada, şunları kaydedildi:

"Doktorlarımızın yazdığı reçetede ilaç adı yerine; etken maddenin önemli olduğu konusunda hastalarını bilgilendirmelerinin eş değer ilaç ile ilgili hastaların eczacılara göstermiş olduğu tepkiyi azaltacağına, reçetelere ilaç ismi yerine, etken madde isminin yazılmasının bu problemi ortadan kaldırma konusunda önemli bir adım olacağına inanıyoruz."

Kaynak: https://www.medimagazin.com.tr/eczaci/genel/tr-ankara-eczaci-odasi-recetelere-ilac-ismi-yerine-etken-madde-yazilmali-4-34-77643.html

NE BERBAT ŞEYLER YİYORUZ

$
0
0

Hürriyet' te Yalçın Bayer' in köşesinden:

HEKİM değilim.

Sağlık konusunda da çok engin bilgim yok. Ana hammaddesi mısır olan; sahte, GDO’lu, ilaçlı, hormonlu, kanser yapıcı, güçten düşürücü arızalı karışımlarla beslenmiş hayvanların ve bitkilerin ürünlerini (yumurta, tavuk, balık, süt, yoğurt, peynir, et, sebze, meyve) tüketmeyi reddetmeliyiz.

Tohum, gübre, ilaç, yem sektörlerini ele geçirmiş olan 10 kadar çete (küresel) holding 50-60 yıldır bizleri göstere göstere zehirliyor.

Genetiği değiştirilmiş (GDO’lu) mısırdan üretilen nişasta bazlı şeker (NBŞ), yedikçe yediren monosodyum glutamat (MSG-Çin tuzu), bünyenin kabul etmediği sahte yağlar, tadı-tuzu olmayan hormonlu meyve-sebzeler bizleri hastalıklı, ilaçlara bağımlı, düşünme/üretme yetileri azalmış, tembel varlıklara dönüştürüyor.

Saatlerce magazin, spor, laklak programlarını izleyen insanlarımız Canan Karatay, Ümit Aktaş, Ahmet Rasim Küçükusta, Yavuz Dizdar, Osman Müftüoğlu, Ahmet Aydın, Kenan Demirkol gibi sağlık uzmanlarının ilettiklerini pek kaale almıyor.

Kapalı, kirli, tıkış tıkış ortamlarda 38-42 günde, mısır temelli sahte yemlerle beslenen tavukları yiyerek kendimizi zehirliyoruz.

Gıda sektöründe milyonlarca insan çalışıyor. Bunlar işsiz kalmasın, sistem çökmesin diye sağlık sektörünün, akıl hastanelerinin müşterilerini arttırıyoruz.

5 litrelik BPA’lı plastik kaptaki endüstriyel su 2.5-3 TL’ye satılıyor. Yani 1 ton suyu 500-600 TL’ye alır olduk. Hem paramız gidiyor hem de sağlığımız.

Dünyanın sağlıksız/kanserojen gıda sektörü ABD, Almanya, Fransa, Hollanda, Çin, İsrail gibi etik, ahlak tanımaz ülkelerin dev şirketlerinin eline geçti. Bunlar medyanın bilinçlendirici yayın yapmasını reklamlarıyla engellemektedir.

Hiçbir besleyici unsuru olmayan sahte gıdalarla ilgili uyarıcı FOOD.INC adlı belgeseli (https://youtu.be/iKoq4EhRtPM) herkesin mutlaka izlemesi şarttır.

Çok ucuza sunulan yüksek tuzlu, sahte şekerli, hormonlu, tarım ilacı yüklü, kanser yapıcı, obezleştirici, ilaçlara bağımlı, alık kuşaklar oluşturucu ürünleri tüketmekten kaçınmalıyız. Bu gidişata dur denilmezse 81 milyonluk kitle, hasta, çelimsiz ve kanserle boğuşur hale dönüşecektir.

Ekmeğimiz, yağımız, şekerimiz, sebzelerimiz, hayvanlarımız tümden sahte hale getirildi. Organik topraklarımızı yitirdik. Köylerimiz boşaldı.

Kimyasal işlemden geçirilmemiş gıda yemez olduk... Bu durum bizleri neden rahatsız etmiyor? / Ali ÖZDEMİR

Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/yalcin-bayer/ne-berbat-seyler-yiyoruz-40888076

 

MADEN SUYU VE SODA KÖR EDEBİLİR

$
0
0

Maden suyu ve soda şişeleri, iş kazalarından sonra gelen göz yaralanması nedenleri arasında listeyi zorluyor. Ülkemizde soda ve maden suyu şişelerine bağlı göz yaralanmalarıyla çok sık karşılaşıldığını söyleyen Doç. Dr. Levent Akçay maden suyu ve sodalara karşı önemli uyarılarda bulundu.

"Soda ve maden suyu şişeleri yere vurduğu zaman patlayarak şişe kapağını göze doğru fırlatır. Kaza genellikle kazazedenin şişeyi açmaya çalışırken elinden kayan şişeyi yakalama refleksiyle öne eğilmesi sonucunda meydana geliyor. Yere belli bir şiddetle çarpan şişenin kapağı yerinden fırlayarak gözün yırtılmasına neden olabiliyor" diyor.

Maden suyu ve soda şişeleri, dikkatsizce açılmaya çalışıldığında gözde ciddi yaralanmalara sebep olabilir. Soda şişesine bağlı göz yaralanmalarıyla sıkça karşılaşıldığını vurgulayan Doç. Dr. Levent Akçay, "Soda ve maden suyu şişeleri yere vurduğu zaman patlayarak şişe kapağını göze doğru fırlatır. Kaza genellikle kazazedenin şişeyi açmaya çalışırken elinden kayan şişeyi yakalama refleksiyle öne eğilmesi sonucunda meydana geliyor.

Yere belli bir şiddetle çarpan şişenin kapağı yerinden fırlayarak gözün yırtılmasına neden olurken, göze isabet eden cam kırıkları da gözde delinmelere yol açabilir" diyor.

Doç. Dr. Akçay, "Özellikle gözde delinmelere ve gözün dışarı çıkmasına neden olabilecek bu gibi kazalar önemli acil olgularının başında gelmekle birlikte, yapılmayan ya da yanlış yapılan her girişim geri dönüşsüz sonuçlara neden olabileceği için doğru müdahale hayati önem taşımaktadır" diyor.

Gözde delinmelerin meydana geldiği kazalarda ilk olarak gözün steril bir mendille veya pedle kapatılması gerektiğini söyleyen Doç. Dr. Akçay, "Göze asla dokunulmamalı ve eğer göze bir şey battıysa kesinlikle çıkartmaya çalışmamalıdır. Aksi takdirde gözün içindeki materyalin dışarı çekilme riski vardır. Bu nedenle hiç vakit kaybetmeden en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır" diyor.

Doç. Dr. Levent Akçay, soda ve maden suyu şişelerinin yanı sıra, trafik kazaları, iş kazaları ve düşmeye bağlı gözlük camı kırılmaları sonucunda gözde delinmeyle sonuçlanan vakalarda hekim tecrübesinin tedavi başarısında etkin rol oynadığını vurguluyor. Bu tür vakalarda deneyim sahibi olmayan hekimlerin yapacağı yanlış bir ameliyatın ömür boyu onarılamayacak durumlara neden olabileceğini söyleyen Doç. Dr. Akçay "Doğru ve başarılı bir tedavi için gözün hangi bölümünde yaralanma varsa, vakaların o konudaki uzman hekime yönlendirilmesi gerekir. Eğer kornea yaralandıysa kornea cerrahı, lens yaralandıysa katarakt cerrahisi konusunda uzman bir hekim vakayı değerlendirmelidir. Retina yaralanmalarının tedavisinde ise hekimin retina hastalıkları konusunda uzmanlaşmış olması önemlidir" diyor.

Kaynak: https://www.ahaber.com.tr/saglik/2018/07/06/maden-suyu-ve-soda-kor-edebilir

BUNAMAK İSTEMİYORSANIZ ZEKİ KADINLARLA EVLENİN

$
0
0

Hürriyet' te İpek İzci' nin Prof. Dr. Kaynak Selekler ile mülâkatı:

Günümüzde, 60 yaş üstü bireylerin kanserden dahi çok korktuğu bir hastalık, alzheimer. ‘Bunamak İstemiyorsanız Zeki Kadınlarla Evlenin’ adlı üçüncü kitabı yayımlanan Prof. Dr. Kaynak Selekler’le hastalığı masaya yatırdık.

Kitabınız adını, 2016 yılında hekim Lawrence Whalley’nin bir alzheimer konferansında söylediği sözden alıyor. Cinsiyetçi bir önerme. Kitabınıza bu ismi vermekte tereddüt etmediniz mi?

- Editörüm kışkırtıcı bulduğu için kitabın adı oldu. Daha önce ‘Sağlığın Sesi’ adlı sitemdeki bir yazının başlığı olarak kullanmıştım. Yazılarım en çok 5 bin okunurken, bu yazım çok daha fazla tıklanmıştı. Kitabın adını ‘Bunamak İstemiyorsanız Kitap Okuyun’ yapsaydım ilgi çekmezdi. Kitap okumak, bahçıvanlık, bulmaca çözmek... Hepsinde amaç beynin çalıştırılması. Başlığın mesajı aslında şu: Beyninizi çalıştırın!

 Kitapta insanların bunamayla ilgili konuları okumaktan kaçındığını yazmışsınız. Yakalanmaktan korktukları için mi kaçınıyorlar?

- Bir gün ünlü bir yazarla karşılaştım, alzheimer hakkındaki ilk kitabımı okuyup okumadığını sordum. “Annemi alzheimer’dan kaybettim. Onun için okuyamıyorum” dedi. Dediğiniz doğru. İnsanlar kitabı okuyunca aynı belirtilerin kendilerinde olduğunu veya olabileceğini düşünerek çekiniyor. Bu insani bir şey.

 Bu kitapta hedef kitleniz kaç yaş ve üstü? 31 yaşındayım, bu gruba giriyor muyum mesela?

 

- Tabii giriyorsunuz. Genç, orta yaş ve yaşlılar için yazdım.

 Alzheimer hangi yaşta başlar?

- Bu sorunun yanıtı önceden bilinmiyordu, son 5-10 yılda bulundu. Mesela 50 yaşında bir adam trafik kazasında öldüğünde otopsi yapıyorlar ya. Bir bakıyorlar beyninde çok miktarda alzheimer’ın toksik proteinleri var. Aileye “Bunadı mı” diye soruyorlar ama “Hayır, normaldi” deniyor. Yani hastalık beyinde, bunama aşamasına gelmeden 15-20 yıl önce başlıyor. Bu döneme ‘preklinik dönem’ diyoruz. Önemi şu: Sizde alzheimer’a yakalanma ihtimalinin ne kadar olduğunu, PET, MR ve beyin-omurilik sıvısı tetkikleriyle söyleyebiliyorlar.

Akdeniz diyeti ve yan yatmak AlzheImer’ı önlüyor
 
Demansın Türkçesi, bunama. Bunama yapan 100’den fazla neden var. Alzheimer onlardan sadece biri ve en çok tanınanı.

İnsanlar alzheimer riskini bilmek istemiyor 

 Bunu bilmek isteyen var mı?

- İnsanlara “5-10 sene sonra bunayıp bunamayacağınız söylense nasıl karşılarsınız” diye sorduklarında çoğu bilmek istememiş. Öte yandan araştırma yapılmasını kabul edenlerin nedenleri çok makul. “Geleceğe yönelik planlamalar yapalım, para hesabı yapalım, vasiyet bırakalım, kendimize bakım yerleri bulalım” demişler. “Alzheimer hangi yaşta başlar” sorunuza dönersek... Bunama, genetikse 40-45 yaşlarında, genetik değilse 65 yaşından sonra başlıyor. Genetik olmayan alzheimer, sizin taşıdığınız risk faktörlerine bağlı olarak gelişiyor. Diyabet, hipertansiyon, obezite, yüksek kolesterol, sigara kullanımı ve/veya depresyonunuz varsa bunları hemen düzeltmelisiniz. O yüzden yaş belirtmek pek mümkün değil.

 Bellek zayıflığı yaşlanmanın kaçınılmaz bir sonucu mu?

 

- Unutkanlık yaşlanmayla artan bir durum ama sınırları var. Yaşlılık unutkanlığında günü veya saati unutabilirsiniz ama bir müddet sonra hatırlarsınız. Çantayı, telefonu yanlış bir yere koyabilirsiniz ama sonra bulursunuz. Alzheimer hastası, bunları sonradan da hatırlayamaz. Hastalık ilerleyip beyindeki sinir uçlarını harap ettikten sonra okuduğu liseyi, evlendiği tarihi, çocuğunun adını dahi unutur ve asla hatırlamaz.

 Bu durum tedaviyle ne kadar geriye çekilebilir?

- Alzheimer’ı düzelten, kişiyi eski haline döndüren bir tedavi yok. Kesin bir tedavisi olmadığı için bütün dikkatler korunmaya verildi. Risk faktörlerinin ve koruyucu faktörlerin bilinmesi çok önemli. Ama son zamanlarda ümit veren yeni bir ilaçtan bahsediliyor.

 Beslenme ve uykunun alzheimer’a nasıl bir etkisi var?

- Akdeniz diyetinde kırmızı et ve katı yağ kısıtlı. Balık veya az miktarda kümes hayvanları, katı yağ yerine zeytinyağı var. Bol miktarda da meyve ve sebze, hububat, kuruyemiş, günde bir tane yumurta, istenirse bir kadeh kırmızı şarap... Akdeniz diyeti, beyne kan akımını iyileştirir, belleği korur ve alzheimer riskini azaltır. Uykuya gelince... Bir yana dönük yatmak, beynin atıklardan temizlenmesine yardım ediyor ve bu suretle alzheimer veya diğer sinir sistemini yozlaştırıcı hastalık riskini azaltıyor.

Zihinsel yıkım riskini azaltmak için 10 öneri

Terleyin. Kan akımını artıran düzenli egzersiz, zihinsel gerileme riskini azaltıyor.

 Kitap okuyun. Formal eğitim, zihinsel yıkım ve demans riskini azaltır.

 

 Sigara içmeyin. Bulgular sigaranın kognitif gerileme riskini artırdığını gösteriyor.

 Şişmanlık, hipertansiyon ve diyabet gibi kalp-damar hastalıkları ve inme gibi risk faktörleri zihinsel işlevleri olumsuz olarak etkiler.

 Başınızı koruyun. Beynin kafa travması sonucu incinmesi demans riskini çoğaltabilir.

 Yağdan fakir, sebze ve meyveden zengin Akdeniz diyeti, zihinsel yıkım riskini azaltır.

 İyi uyuyun. Yeterli uykuya engel olan durumlar bellek sorunlarına yol açabilir.

 Mental sağlığınıza dikkat edin. Bazı çalışmalar depresyon öyküsüyle zihinsel gerileme arasında bağıntı olduğuna işaret etti.

 Arkadaşınız olsun. Sosyal ilişkiler içinde olmak, beyin sağlığını destekler.

 Zihninizi uyarın. El işleri yapın, bulmaca çözün, briç oynayın.

Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hurriyet-cumartesi/akdeniz-diyeti-ve-yan-yatmak-alzheimeri-onluyor-40888501


MİDESİNE KELEPÇE TAKTIRAN GENÇ AVUKAT ENFEKSYONDAN ÖLDÜ

$
0
0

Mide kelepçesi abesle iştigaldir.

Kelepçe ya ağza ya da marketlerin kapısına takılmalıdır.

***

CNN'in haberi:

Fazla kilolarından kurtulmak için midesine kelepçe taktıran genç avukat Selin Selem, hayatını kaybetti. Operasyondan 1 saat sonra fenalaşan genç avukat tekrar hastaneye kaldırıldı. Enfeksiyon oluştuğu belirlenen Selen, akşam saatlerinde hayatını kaybetti.

Sakarya'nın Sapanca ilçesinde, kilolarından kurtulmak için ameliyat olup, midesine kelepçe takılan avukat Selin Selem (23), oluşan enfeksiyon nedeniyle yaşamını yitirdi. Selin Selem gözyaşlarıyla toprağa verilirken, cenaze aracına gelin duvağı konuldu.

Sapanca'da fazla kilolarından kurtulmak için doktora giden avukat Selin Selem'e, geçen hafta Düzce'deki özel bir hastanede mide kelepçesi takıldı. Operasyondan bir süre sonra Sapanca'ya dönen Selin Selem, durumu kötüleşince tekrar hastaneye yatırıldı. Enfeksiyon oluştuğu belirlenen Selin Selen, dün akşam saatlerinde yaşamını yitirdi.

Cenaze aracına duvak konuldu

Yapılan otopsinin ardından ailesine teslim edilen Selin Selem'in cenazesi, Sapanca'ya getirildi. Selen Selem için Buhara Camii'nde öğle namazına müteakip cenaze namazı kılındı. Namaza, Sakarya Barosu Başkanı Zafer Kazan, ailenin yakınları ve vatandaşlar katıldı. Namazın ardından cenaze, Sakarya Erenler Mezarlığı aile kabristanlığına götürülürken, cenaze aracına gelin duvağı konuldu. Ayakta durmakta zorlanan Burhan Selem'e yakınları destek oldu. Selin Selem gözyaşları içerisinde son yolculuğuna uğurlandı.

Sapanca Vergi Dairesi'nde gelir uzmanı olan Burhan Selem'in bir süre önce avukat olan kızı Selen Selem için Serdivan ilçesinde avukatlık bürosu açma hazırlıkları içerisinde olduğu öğrenildi.

YENİ SALGIN TEHLİKESİ

$
0
0

Uzmanlar bugüne kadar çok bilinmeyen ve cinsel yolla bulaşan bir hastalığın, yeterli önlem alınmaması durumunda antibiyotiklere dirençli hale gelip hızla yayılabileceği uyarısında bulundu.

Mycoplasma genitalium (MG) adlı hastalığın çoğu zaman bir belirtilisi olmuyor ancak iltihaplı pelvis hastalığına yola açarak bazı kadınları kısır bırakabiliyor.

Fark etmesi zor olan MG, doğru tedavi edilmezse antibiyotiklere karşı direnç geliştirebiliyor.

Britanya Cinsel Sağlık ve HIV Derneği (BASHH) hastalıkla ilgili yeni tavsiyeler yayınlayacağını açıkladı.

Hazırlanan taslak metinde MG'nin nasıl teşhis ve tedavi edilebileceği anlatılıyor.

MG nedir?

Mycoplasma genitalium adlı bakteri erkeklerde idrar yolunda iltihap ve akıntıya yol açıyor, idrar yaparken acıya neden oluyor.

Hastalık kadınlarda da üreme organlarında iltihaba yol açıyor, acıya, ateşe veya kanamaya neden olabiliyor.

Hastalık korunmasız cinsel ilişki yoluyla yayılıyor ve prezervatifler hastalığın yayılmasının önüne geçebiliyor.

İngiltere'de ilk olarak 1980'lerde tespit edilen hastalığın nüfusun yüzde 1 ila 2'sini etkilediği tahmin ediliyor.

Her zaman belirti göstermeyen bu hastalık, Klamidya hastalığı ile de karıştırılabiliyor.

MG tespiti için son dönemde testler geliştirilse de bunlar tüm kliniklerde mevcut değil.

Antibiyotiklerle tedavi edilen bu hastalık bazı antibiyotiklere direnç geliştirmeye başlamış durumda.

'Tatile giderken yanınıza prezervatif alın'

BASHH'nin taslağını hazırlayanlardan Paddy Horner, hükümetin bu alana daha fazla fon aktarması gerektiğini, bu hastalığın büyük bir kamu sağlığı sorununa dönüşme potansiyeli taşıdığını söylüyor.

BASHH üyesi cinsellik danışmanı Dr. Peter Greenhouse, halkı önlem almaya teşvik ediyor:

"İnsanların MG'yi öğrenme zamanı geldi.

"Yazın tatile giderken çantanıza bir paket prezervatif atmak ve gerektiğinde kullanmak için bir nedeniniz daha var."

Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler-44792861

 

MULTİVİTAMİNLER KALP KRİZİ VE FELÇLERİ ÖNLEMİYOR

$
0
0

Tüm dünyada milyonlarca insan tarafından kullanılan multivitaminlerin kalp krizi ve felçleri önlemediği ortaya çıktı.

Circulation: Cardiovascular Quality and Outcomes isimli dergide yayınlanan araştırma USA, Japonya, Fransa başta olmak üzere birçok ülkede 2 milyondan fazla insan üzerinde  yapılan 18 çalışmanın değerlendirilmesi suretiyle gerçekleştirildi (1).

Analizlerde, multivitaminlerin kalp krizleri, felçler, kalp hastalıklarıyla ilgili ölümleri önlemedikleri belirlendi.

Araştırmanın başı olan kardiyolog Dr. Kim bu sonuçları “Bundan sonra multivitaminler ve minerallerle kalp hastalıkları ve felç arasındaki ilişkinin incelenmesi zaman ve para kaybından başka bir şey değildir. Bunların kronik hastalıkları önlemedikleri artık ispatlanmıştır” sözleriyle özetliyor ve uyarılarda bulunuyor:

Bu tür vitamin ve besin destekleriyle ilgili esas problem bunların halkı sebze-meyve yemek, daha fazla egzersiz yapmak gibi kalp-damar sağlığı için faydalı olduğu ispatlanmış uygulamalardan uzaklaştırmasıdır.

İnsanlar, kardiyo-vasküler hastalıklardan korunmak için doğru beslenmek ve spor yapmak yerine bir hap yutmayı tercih ediyorlar.

Doktorlar, besin desteklerinin fayda ve zararları hakkında hastalarını doğru bilgilendirmiyor.

Besin destekleri ilaçlarda olduğu gibi ruhsata tabi olmadıkları için bunların etkinlik ve emniyetli olduklarının ispatlanmış olması gerekmiyor.

USA’ da insanlar daha sağlıklı olmak adına multivitaminlere senede 5.7 milyar dolar harcıyorlar ama bu parayı sebze ve meyvelere sarf etseler çok daha doğru bir iş yapmış olurlar” (2).

Sağlıklı diyetin yerini alabilecek mucize bir hap yok!

Kardiyolog Dr. Joshi de “Sağlıklı bir diyetin yerini alabilecek mucize bir ilaç yok” diyor ve şunları söylüyor:

İnsanlar, vitamin eksiklerini hap alarak düzeltmek yerine bunun sebebinin ne olduğunu bilmeli ve bu sebebi ortadan kaldırmaya çalışmalıdır” (2).

Gelelim neticeye

BİR: Vitamin, mineral, antioksidan, balık yağı ve benzeri besin destekleri insanları sağlıklı yaşamadan uzaklaştıran tuzaklardır.

İKİ: Adam gibi beslenmenin yerini tutacak hiçbir besin desteği yoktur.

ÜÇ: Besin desteklerine verdiğiniz paranın çöpe gitmesi bir tarafa bunların sağlığınıza ciddi zarar verebilecekleri de kulağınızda kalsın.

DÖRT: Bir şeyin aslı varken sahtesinden medet ummak akıl dışıdır.

Kaynaklar:

1. http://circoutcomes.ahajournals.org/content/11/7/e004224

2. https://news.heart.org/multivitamins-dont-ward-off-heart-disease-stroke/

TALK PUDRASI SKANDALI

$
0
0

 

ABD merkezli ilaç ve kişisel bakım ürünleri devi Johnson & Johnson, firmanın ürettiği talk pudrası nedeniyle kansere yakalandığını söyleyen 22 kadına 4,7 milyar dolar tazminat ödemeye mahkûm edildi.

ABD'nin Missouri eyaletinde görülen davada jüri, Johnson & Johnson talk pudrasının kadınlarda yumurtalık kanserine yol açtığı hükmüne vardı ve şirketi önce 550 milyon dolar tazminat ödemeye mahkûm etti, ardından da 4,1 milyar dolarlık cezai tazminat kararı aldı.

Johnson & Johnson'a talk pudrası nedeniyle 9 binin üzerinde dava açılmış durumda. Missouri eyaletinde alınan kararın diğer davalar için de emsal teşkil etmesi olası.

Şirketten yapılan yazılı açıklamada mahkemenin kararı için 'büyük bir hayal kırıklığı' dendi ve kararın temyize götürüleceği ifade edildi.

Talk pudrası tehlikeli mi?

Yaklaşık altı hafta süren duruşmalarda davacı kadınlar ve aileleri Johnson & Johnson'ın talk pudrasını kullanmaya başladıktan sonra yumurtalık kanserine yakalandıklarını anlattılar.

Davacı kadınların avukatları, şirketin pudranın zararlarından haberdar olmasına karşın gerekli önlemleri almadığını, 1970'ten bu yana Johnson & Johnson talk pudralarına asbest bulaştığını ancak firmanın tüketicileri riskler konusunda uyarmadığını söyledi.

Johnson & Johnson ise savunmasında ürünlerine asbest bulaştığı iddialarını reddederken, kansere yol açanın talk pudrası olmadığını savundu.

Yapılan laboratuvar incelemelerini mahkemeye delil olarak sunan firma avukatları, 'temelden adaletsiz bir yargılama süreci' yaşandığını savundu.

İngiltere merkezli kanser araştırmaları vakfı Ovacome, kadınlarda genital bölgede talk pudrası kullanımının yumurtalık kanserine yol açabileceği yönünde endişelerin bulunmasına karşın bu şüphenin henüz kanıtlanmadığını ifade ediyor.

Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-44818716

VÜCUDUMUZUN YARISI BAKTERİLERDEN OLUŞUYOR

$
0
0

 

Bilim insanları yıllar boyunca vücudumuzun kendi hücrelerimizin 10 katı kadar bakteri barındırdığını tahmin ediyordu. Ancak son hesaplar daha farklı bir sonuç verdi.

İsrail ve Kanadalı araştırma ekibinin 2016'da yaptığı yeni hesaplara göre, vücudumuzda yaklaşık olarak kendi hücrelerimiz kadar bakteri bulunuyor.

Bakterilerin çoğu kalın bağırsakta yer alıyor. Emar taramalarında elde edilen bilgilere dayanarak ortalama bir insanın bağırsak hacmi hesaplanıyor.

Bir gram dışkıda 90 milyar bakteri bulunduğundan yola çıkarak vücuttaki toplam bakteri sayısının 38 trilyon civarında olduğu tespit ediliyor.

Ortalama bir vücuttaki toplam insan hücresi sayısı ise 30 trilyon.

Bakteriyle zayıflamak mümkün mü?

Bilim insanları bazı mikropları açlığı bastıracak moleküller üretecek şekilde programladı. Böylece suya eklenmiş bakteri ile kilo vermek kolaylaşabilir.

İngiltere'de nüfusun yarısından fazlası kilolu veya obez kategorisinde yer alıyor. Birçok kişi hızlı kilo vermek için yağ yakıcı haplar alıyor.

Ancak bunların işe yaraması için düzenli ve sürekli alınması gerektiği gibi, işe yarayıp yaramadığına dair kesin sonuçlara ulaşılmış değil.

bakteri

Bunun üzerine araştırmacılar, bir probiyotik bakteri türünün genleri üzerinde oynayarak NAPE adlı molekülleri üretmeleri sağlandı. Vücut bu molekülleri hızla açlık hissini bastıran NAE moleküllerine dönüştürüyor.

Sekiz hafta boyunca bu bakteriler suya karıştırılmış halde farelere verildiğinde, sadece su verilen farelere göre zayıfladıkları ve glikoz metabolizmalarının iyileştiği görüldü.

Araştırmacılar, bu bakterilerin, aylar boyunca bağırsaklarda yaşadığı için düzenli olarak açlık bastırıcı bir işlev gördüğünü söylüyor.

Fakat araştırmacılar insanlar üzerinde denemelere başlamadan önce bu bakterinin genlerinde bazı değişiklikler yaparak ihtiyacı olmayan insanlara kolay bulaşmasını önlemeye çalışıyor.

Gözle görülebilecek kadar büyük bakteri var mı?

Çoğu bakteri mikroskop olmadan görülemeyecek kadar küçüktür.

Ama 1999'da Namibya kıyılarında araştırma yapan bilim insanları, Thiomargarita namibiensis (Namibya'nın sülfür incisi) adlı bir bakteri keşfetti. Bu bakteri türünün bir tek hücresi 0,75 milimetre büyüklükte.

Diğer bakterilere kıyasla bu kadar büyük olması hidrojen sülfat gazıyla balon gibi şişmesinden kaynaklanıyor.

Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/vert-fut-44799213

ECZACILARIN İLAÇLA İLGİSİ KALMADI

$
0
0

CNN Türk televizyon kanalında yayınlanan ''Ne Oluyor''  programına konuk olarak katılan Sabah Gazetesi Yazarı Şeref Oğuz' un ''Bugün eczacının ilaçla ilgisi kalmadı. Barkod sisteminde doktordan geleni bilgisayara giriyor, veriyor. Peki soruyorum, para üstü vermek için bir insan 5 sene okur mu?'' sözlerine eczacılardan tepki gelmesi kaçınılmazdı (1, 2).

Şeref Oğuz' un sözlerinde haklılık payı olmakla beraber maksadı aşan abartılı ifadeler kullandığını düşünüyorum ama aynı şekilde hem Türk Eczacılar Birliği' nin hem de İstanbul Eczacı Odası' nın açıklamalarında katılmadığım ve dikkatinizi çekmek istediğim bazı hususlar var.

BİR: Bugün eczacının ilaçla ilgisi kalmadı" sözüne itirazda yüzde 100 haklı olabilmek için eczanelerde ilaç dışında hiçbir ürünün satılmıyor olması gerekir ki gerçek hiç de öyle değildir.

İKİ: "Eczaneler birer ticarethane değildir" sözüne katılmam mümkün değil. Eczaneler de -muayenehaneler de- bal gibi ticarethanedir. Her ikisinde de para karşılığında sağlık üzerinden hizmet verilmektedir.

ÜÇ: "Eczacılık kutsal bir meslektir" sözü de haddini aşan bir ifadedir. Her meslek kutsaldır ve mesleklerin kutsallıklarına göre derecelendirilmesi doğru değildir.

DÖRT: Hastaları ilaçların dozu, doğru bir şekilde nasıl kullanılacağı ve oluşabilecek yan etkileri konusunda bilgilendirmek doktorun vazifesidir. 

Eczacı ancak reçetede bir yanlış veya eksiklik görüyorsa bunu hastayla değil doktorla paylaşmalıdır.

Hiç kimse ilaç yan etkilerinden eczacıyı mes'ul tutmaz.

Eczacılar, ilacın nasıl kullanılacağını, nasıl saklanacağını, hastanın hangi durumlarda doktoru araması gerektiği gibi hususları hastaya anlatmakla yükümlü olmalıdır.

BEŞ: Neredeyse her gün yeni bir ilacın piyasaya çıktığı günümüzde ilaç etkileşimleri ve dozaj bakımından doktorları uyarmak eczacıların vazifesi olmalıdır.

Pratikte doktorların tüm ilaç etkileşimlerini bilmeleri mümkün değildir; bu bakımdan eczacılık çok önemlidir.

ALTI: Eczaneler vitamin, mineral, balık yağı hapı ve benzeri ürünlerin reklâm yeri olmamalıdır. 

"Dünyanın bir numaralı kabızlık ilacı geldi" veya "Başarmak için bu vitamini kullanın" benzeri sloganlar olan levhalar eczanelere yakışmıyor.

YEDİ: Majistral ilaçlar (eczanelerde hazır bulunmayan fakat doktor tarafından reçeteye yazılmış formüle göre eczacılar tarafından hazırlanan ilaçlar= yapma ilaçlar) bugün neredeyse sadece dermatoloji ve biraz da KBB uzmanları tarafından talep edilmektedir.

Bana göre majistral ilaç devri kapanmıştır. 40 seneye yakın hekimlik hayatımda bugüne kadar tek bir majistral reçete yazmadım! 

Gelelim neticeye

BİR: Elbette meslek odalarının mesleklerine ve meslekdaşlarına sahip çıkmaları, şeref ve haysiyetlerini korumaları gerekir ama hamasi bildirilerin de kimseye bir faydası olmadığını hatırlatırım.

İKİ: Eczacılık eğitimi ve eczacılık meslek uygulamaları ile ilgili çok ciddi ve halledilmesi gereken sorunlar vardır. Eczacılar bunların üzerinde yoğunlaşmalıdır.

Galen çağında yaşamıyoruz.

ÜÇ: Eczacıların yanındayım!

***

Türk Eczacıları Birliği'nin yaptığı açıklama şu şekilde (1): 

"18 Ocak 2015 tarihinde Sabah Gazetesi’nde yer alan Şeref Oğuz’a ait ve “Peki ya para üstü verebilmek için 5 yıl okula giden eczacılık öğrencileri?” ifadesinin yer aldığı yazıya cevaben Türk Eczacıları Birliği Başkanı Ecz. Erdoğan Çolak tarafından bir açıklama yapılmıştı.

Söz konusu açıklamada, Sayın Oğuz’a nezaket çerçevesinde eczacılık mesleğinin ne olduğu anlatılmıştı ve Sayın Oğuz eczacılık mesleğini itibarsızlaştırmaya çalışan ifadesi için tüm eczacılardan özür dilemeye davet edilmişti.

Fakat üzülerek görüyoruz ki aradan geçen 3 yılı aşkın süre içerisinde Şeref Oğuz, eczacılık mesleğine ilişkin bilgi eksikliğini gidermeme konusundaki ısrarını sürdürmektedir. Bu şahıs, son olarak CNN Türk’te yayınlanan Ne Oluyor programında aynı üslubunu koruyarak eczacılık mesleğini itibarsızlaştırmaya yönelik tutumunu sürdürmüştür.

Türk Eczacıları Birliği olarak bir kez daha altını çiziyoruz: Türkiye’nin 81 ilinde 7/24 kesintisiz ilaç ve hasta danışmanlığı yapan bir mesleğin mensuplarının ilaçla bağının kalmadığını söylemek, eczacılık mesleğini para üstü vermeye indirgemek abesle iştigaldir.

eczane ile ilgili görsel sonucu

Mesleğimize ve meslektaşlarımıza duyduğumuz güven ile bugüne dek eczacılık mesleğinin itibarsızlaştırılması amacıyla yapılan her türlü girişimin ve zihniyetin karşısında durduk; durmaya devam edeceğiz. 35 binden fazla eczacının temsilcisi bir meslek örgütü olarak akla, bilime ve mantığa uymayan sözlerinden dolayı Şeref Oğuz’u kınıyor, kendisini Türkiye’deki tüm eczacılardan özür dilemeye bir kez daha davet ediyoruz.

Medyada mesleğimize yönelik bu ve benzeri itibarsızlaştırma girişimlerine karşı tüm hukuki haklarımız saklı kalmak koşuluyla mücadele edeceğimizi ve bu noktadaki kararlığımızı tüm kamuoyunun bilgisine sunarız.  

***

Bu da İstanbul Eczacı Odası' nın "Mesleğimizin İtibarsızlaştırılmasına İzin Vermeyeceğiz " başlıklı açıklaması (2):

10 Temmuz 2018 tarihinde CNN Türk televizyon kanalında yayınlanan ''Ne Oluyor''  programına konuk olarak katılan Sabah Gazetesi Yazarı Şeref Oğuz, ''Bugün eczacının ilaçla ilgisi kalmadı. Barkod sisteminde doktordan geleni bilgisayara giriyor, veriyor. Peki soruyorum, para üstü vermek için bir insan 5 sene okur mu?'' ifadelerini kullanmıştır.

İstanbul Eczacı Odası Yönetim Kurulu olarak, eczacılık mesleğini önemsizleştirmeye, değersizleştirmeye çalışan bu yaklaşımı kınıyoruz.

İlgili resim

Biz eczacılar, sağlık sisteminin en önemli halkalarından biriyiz.

Bizler;

  • 7 gün 24 saat kesintisiz bir şekilde halka ilaç hizmeti sunan,
  • Hastayı ilaçların dozu, doğru bir şekilde nasıl kullanılacağı ve oluşabilecek yan etkileri konusunda bilgilendiren,
  • Hekim tarafından reçete edilen majistral formülleri büyük bir dikkatle hazırlayan,
  • Toplumda ilk basamak sağlık hizmeti sunan,

İLACIN UZMANI KİŞİLERİZ!

Verdiğimiz danışmanlık hizmeti, hastalarda güven oluşmasına olanak sağlamakta ve hastanın bilgi yetersizliğinden kaynaklı istenmeyen durumların önüne geçmektedir.

Eczaneler, birer ticarethane değildir. Ülkemiz ve insanlarımıza değer katan ve kutsal bir meslek olan eczacılığı, para üstü alıp veren bir mesleğe indirgemek, sığ bir bakış açısının aynasıdır.

4 sene önce de benzer ifadeler kullanan ve meslektaşlarımızın tepkisini çeken, şu an Türkiye  Zeka Vakfı Yönetim Kurulu'nda yer alan Oğuz'un, mesleğimizin önemini bir türlü kavrayamamasının ve yaptığı açıklamaların, biz eczacılarda büyük bir infial yarattığını, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da kimsenin mesleğimizi itibarsızlaştırmasına izin vermeyeceğimizi, bu kişinin tüm eczacılardan derhal özür dilemesini, aksi takdirde kendisi hakkında yasal yollara müracaat edeceğimizi kamuoyunun bilgilerine sunarız.

Kaynaklar:

1. https://www.medimagazin.com.tr/guncel/genel/tr-eczacilarin-ilacla-ilgisi-kalmadi-soylemine-tebden-yanit-geldi-11-681-77743.html

2. https://www.istanbuleczaciodasi.org.tr/?page=duyurular&anns_ID=6703

RAHİM AĞZI KANSERİ AŞISINDA KISIRLIK RİSKİ DE VAR

$
0
0

Halk arasında "rahim ağzı kanseri aşısı" adıyla bilinen "HPV aşısının" genç kadınların gebe kalma ihtimalini azaltabileceği bildirildi.

Journal of Toxicology and Environmental Health isimli dergide yayınlanan araştırma USA’ da National Health and Nutrition Examination Survey kapsamında 25-29 yaşlar arasındaki 8 milyon kadına ait veriler üzerinde gerçekleştirildi (1).

Buna göre HPV asışı olmayan kadınların yüzde 60 kadarı en azından bir kere gebe kalırken aşı olanlarda bu oran sadece yüzde 35 idi.

Aşı olmayan evli kadınların yüzde 75’ inin, aşı olanların ise yüzde 50’ sinin gebe kaldıkları belirlendi.

Buna göre, araştırma kapsamındaki kadınların hepsi HPV aşısı yaptırmış olsaydı gebe kalan kadınların sayısı 2 milyon daha az olacaktı.

Araştırmacılar bu sonuçları, HPV aşısının doğurganlığa olumsuz etkisi olduğunu ve bunun daha iyi incelenmesi gerektiği sözleriyle özetliyorlar.

HPV aşısı erken menopoza yol açıyor

HPV aşısı olduktan sonra birincil yumurtalık yetersizliği (primary ovarian failure=POF) bildirilen genç kadınlar ve kızlar vardır.

POF, menopozun 40 yaşından evvel başlaması olarak da tarif edilir; başlıca belirtileri amenore şeklinde adet düzensizlikleri, ateş basmaları ve ruh hâli değişkenlikleridir.

POF 30 yaşından önce her 1000 kadının birinde, 40 yaşın altında ise her 100 kadının birinde görülür.

Doğum kontrol haplarının kullanılması POF’ un varlığını gizleyebilir ve görülme oranının daha düşük olmasına sebep olabilir.

Radyasyon ve kemoterapi POF’ a yol açabilir ama vakaların yüzde 80-90’ ında aşikar bir sebep yoktur.

POF, oto-immün bir hastalık olabilir ve bu kadınların yüzde 20-30’ unda oto-immün bir hastalık da vardır.

 

American College of Pediatricians uyarıyor

American College of Pediatricians da HPV aşısı ile POF arasında kesin illiyet ilişkisinin ispatlanmamış olduğunun altını çizerek aşının yan etkileriyle ilgili bilgilerin doktorlar ve aşı yaptırmayı düşünen halk tarafından bilinmesi gerektiğini vurgulamaktadır (2):

BİR: HPV aşısının uzun vadede yumurtalık fonksiyonlarına olan etkileri fare deneyleri ve insan çalışmalarında değerlendirilmemiştir.

İKİ: Aile hekimlerinin çoğu HPV aşıları ve POF arasındaki ilişkiden muhtemelen habersiz oldukları için POF vakalarını veya uzun süreli amenoreleri (adet yokluğu) VAERS’ e bildirmiyor olabilirler.

ÜÇ: Alüminyum katkı maddesinin oto-immüniteyle ilişkisine ve diğer bir bileşen olan polisorbat 80’ in farelerde gösterilmiş olan yumurtalık toksisitesine dayanan potansiyel etki mekanizmaları öne sürülmüştür.

DÖRT: HPV aşılarından Gardasil 2006’ da ikili aşı Cervarix ise 2008’ de ruhsat almış olup o zamandan beri VAERS’ e 213 bildiride bulunulmuştur. Bunların yüzde 88’ Gardasil yüzde 8.5’ i Cervarix ile ilgilidir. Buna karşılık HPV aşısından önceki 1990-2006 seneleri arasında VAERS’ e bildirilen hiçbir POF vakası olmamış, sadece 32 amenore vakası bildirilmiştir.

HPV aşısının başka ciddi yan etkileri var

HPV aşısı piyasaya çıktıktan sonra kısa adı VAERS olan Vaccine Adverse Events Reporting System (aşı yan etkilerini bildirme sistemi) 58 binden fazla bildirim yapıldı.

Bunlar içinde acil başvurular, havale nöbetleri, oto-immün hastalıklar, ağır sakatlık bırakan tablolar ve ani ölümler de bulunuyor.

FDA acele ediyor

Bu endişe verici verilere karşılık FDA, Gardasil-9 isimli yeni aşısının 27-45 yaşları arasındaki kadın ve erkeklerde de kullanılması için “hızlı onay” kararı almış bulunuyor.

FDA 2018 kasım ayında kesin hükmünü açıklayacak ama Merck şirketinin endişesi olmasın, bunun “müspet” olacağını ben şimdiden garanti ediyorum.

Gelelim neticeye

Bu araştırma USA’ da 25-29 yaş arası kadınlarda giderek azalan hamilelik oranlarında HPV aşılarının rolü olabileceğini gösteriyor.

Kısırlığın çeşitli sebeplerle her geçen gün arttığı dikkate alındığında bu uyarının çok yerinde olduğu söylenebilir.

Kızlarına HPV aşısı yaptırmayı düşünen ebeveynlerin ve bu aşıyı tavsiye eden doktorların bilgisine ve dikkatine sunuyorum.

Kaynaklar:

1. https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/15287394.2018.1477640

2. http://www.acpeds.org/the-college-speaks/position-statements/health-issues/new-concerns-about-the-human-papillomavirus-vaccine


AKADEMİ BİLİMSEL ÇALIŞMALARIN NERESİNDE

$
0
0

Prof. Dr. Mustafa Çetiner' in Herkese Bilim ve Teknoloji' deki yazısı:

Son dokuz yazımda dünya ve Türkiye özelinde bilimsel çalışmalar ve akademi ilişkilerini yazdım. Bu süreçte gösterdiğiniz ilgiye çok teşekkür ederim. Konuyla ilgili çok sayıda geri bildirim aldım. Bu son yazımda bana gönderilen elektronik postaları paylaşmak ve artık bu faslı bitirmek istiyorum.

Prof. Dr. Gülsan Sucak yazmış:

"Neredeyse yazdıklarının tümüne katılıyorum. Bunlar aslında akademik çevrelerde çok bilinen ama nedense cesaretle dile getirilmeyen konular. Neden sessiz kalınır bilemiyorum. Okumuşları eleştiren imamın durumuna düşmek istemem ama aydınlarımız yeterince cesur ve dürüst değil mi ne? Risk almak istemiyorlar, sözüm ona dostlarla/meslektaşlarla iyi ilişkileri sürdürmek dışlanmamak adına. Öyle ki doğruları söyleyenler, karnından konuşmayı tercih etmeyenler en iyimser ifade ile "katı" olarak yaftalanıyor. Firma destekli özel toplantıların dışında bırakılmakla falan cezalandırıldıkları bile oluyor. Diyebilirim ki tıp alanı bu bilimsel kirliliğin açık ara birincisi.

Ne güzel sözdür; bütün renkler kirlendi birinciliği beyaza verdiler... ‘Beyaz önlük siyah şapka’ ve bir bakıma yerli versiyonu olan 'Tıp bu değil' konu ile ilgilenenlere önerebileceğim iki güzel kitap.

Bu arada kişisel deneyimlerimden yola çıkarak paylaşmak isteyeceğim bir nokta klinik araştırmalara katılım karşılığı ödenen araştırıcı ücretleri hasta yoğunluğu fazla olan ve hiyerarşik hegemonyaların olduğu kliniklerde oturduğu yerden kolay para ve itibar kazanmanın bir yolu haline gelebiliyor. İştahı bol insanların dramatik bir hızla yoldan çıkışına ve hastalara nasıl sağaltabilirim diye değil de acaba hangi klinik araştırmaya alırım gözüyle bakar hale gelmelerine yol açabiliyor. Bire bir tanık olmuş birisi olarak her konunun olduğu gibi -denetim eksikliğinden olsa gerek- bu işin de suyunu çıkarmayı başardığımızı düşünüyorum.”

Bir diğer katkı Kanada’dan geldi, Doç. Dr. Sibel Topçu diyor ki:

"Daha yüksek sesle konuşarak düzeltebileceğiz hatalarımızı. ‘Körlerle sağırlar birbirini ağırlar’  düzeni içinde bu sistemin işine geldiği grubu yüceltmekten başka işe yaramayan, bunun adına da "bilim" dendiği, ancak ne hikmetse bu bilimin ülke dışında esamesinin okunmadığı bir sistem süregeliyor uzun zamandır. Genç akademisyen adaylarına hocalarından gördükleri yolun mutlak doğru olmadığını, her kestirme yolun iyi olmadığını, bilim insanının her şeyden önce (mesleki) ahlaklı olması gerektiğini, oturulan koltukların ancak hak edilerek gelindiğinde mutluluk vereceğini göstermek zorundayız. Ayrıca bizim de bilimin içinde işin seyrini değiştirebilecek güçte olduğumuzu, ama bunun için (elbette) emek/zaman ve uzun dönem planlama yapmamız gerektiğini, daha kestirme yolların okunmayan araştırmalarla sonuçlanacağını ve ömrümüzün ve aklımızın okunmayan yazılarla heba edilmeyecek kadar kıymetli olduğunu anlatmalıyız gençlere. Bugünden yarına çözüm değil ama bir insanı eğitmekle onlar/yüzler eğitilir zamanla. Bir gün, yazının güncelliğini yitirmesi dileğiyle.”

Bir diğer katkı:

"Derleme makale bu kadar çok isimle olmaz. Ayrıca bu kadar çok derleme makale yazmak da iyi bir şey değil. Derleme makale en fazla yılda 1-2 adet yazılır. Fazlasını yazmanın aklı nedir?

Ve bu da paylaşmak istediğim son elektronik posta, sevgili dostum Önder Ergönül‘den:

"Son 10 yılda, TUBİTAK, TÜBA, YÖK ve üniversitelerimizde yaşanan liyakatsiz ve etik dışı uygulamaları biliyoruz. Aslında herkes bunun tanığıdır ama çoğu kimse "aman bana dokunmasın da" kabilinden sesini çıkarmamıştır. Bu durum, Nazi Almanya'sında olduğu gibi sosyal psikolojinin konusudur, bu konuda çok sayıda kitaplar ve makaleler yayımlanacaktır...

Özellikle 15 Temmuz sonrası, acaba ülkemizde bilim dünyası da dâhil olmak üzere pek çok alanda olumlu yönde reformlar yapılabilir mi düşüncesini akla getirmektedir. Bu durumun ülkemizi daha ileriye taşımak için bir fırsat olmasını umuyorum. Bu amaçla, araştırma ve eğitimin istisnasız her alanını gözden geçirmeli, olumlu bir havada geleceğe yönelik fikirler ileri sürmeli ve görüşlerimizi ortaklaştırabilmeliyiz. Yüce ve onurlu bir iştir .

Zor günler yaşıyoruz. Bu ülkeyi her alanda düzlüğe çıkarmak borcumuz vardır. Daha çok okumalı, tartışmalı, çalışmalı, yazmalı ve paylaşmalıyız...

Kaynak: https://www.herkesebilimteknoloji.com/yazarhp/akademi-bilimsel-calismalarin-neresinde-10

YORK TESTİ DE ÖRGÜTÜN ÇIKTI

$
0
0

Gıda entolerans testlerinin bilimsel bir değeri olmadığını, bunların tam eksine insanları sağlıklı gıdalardan gereksiz yere uzaklaştırdığını ve para tuzağı olduğunu daha önce yazmıştım.

Şimdi Sabah gazetesinde Dilek Güngör' ün yazısından öğrendiğimize göre meğer bu testlerin en popüler olanı York Testi Adnan Oktar örgütünün şirketlerinden birine aitmiş.

Bu tür testlere meraklı olan hasta(!) ve doktorcuklara önemle duyururum.

Kaynak: http://ahmetrasimkucukusta.com/2016/11/13/yazilar/tip-yazilari/beslenme/gida-tolerans-testlerinin-gercek-yuzu/

***

Dilek Güngör' ün köşesinden :

Beşincisi de York Testi gibi faaliyetler.

Örgüt bu testin distribitörlüğünü almış.
İnsanlara belli bir para karşılığı bu test uygulanıyor.
Laboratuvarda test yapılacağı bahanesiyle kanları alınıyor. Ona göre günlük beslenme programı oluşturulacağı söyleniyor.
Örgütün yüzlerce kişiyi dolandırdığı bu yolla da 20 milyona yakın para topladığı söyleniyor.
Paralar sosyal medya hakimiyetinde, nüfus ajanlığında ve çocuk istismarında kullanılıyor.

Kaynak: https://www.sabah.com.tr/yazarlar/dilek-gungor/2018/07/13/iste-luks-duskunu-adnan-oktarin-para-muslugu

 

KİNOLON SINIFI ANTİBİYOTİKLER İÇİN ÇOK ÖNEMLİ UYARI

$
0
0

FDA, fluorokinolon ya da kısaca kinolon diye bilinen antibiyotiklerin etiketlerinde komaya kadar gidebilen ağır hipoglisemi (kan şekeri düşüklüğü) ve mental problemler yaratabileceği uyarısının daha kuvvetle vurgulanmasını istedi (1).

Ajitasyon, dikkat dağınıklığı, deliryum, oryantasyon bozukluğu, hafıza kaybı ve sinirlilik şeklindeki mental yan etkilerin tek bir dozdan sonra bile görülebileceğinin altı çiziliyor.

Bu antibiyotik grubun ciddi yan etkileri olduğu aslında yeni ortaya çıkmış değil; bunlar çok uzun zamandır biliniyor ve FDA’ nın da bununla ilgili uyarıları da var.

Ben de kinolon sınıfı antibiyotiklerin çok ciddi yan etkileri olduğunu ve bunların gelişigüzel kullanılmaması gerektiğini defalarca yazdım, söyledim (2, 3, 4, 5, 6, 7).

Kinolonların diğer önemli yan etkileri

Kinolonların yan etkileri özellikle tendon, kas, eklem, sinir ve santral sinir sistemiyle ilgilidir ve bunlar kalıcı da olabilir.

Risk, 60 yaşın üzerinde olanlarda, erkeklerde, önceden bir eklem hastalığı olanlarda, aktif kişilerde ve kortizon kullananlarda daha fazladır. Uykusuzluk, huzursuzluk ve daha nadiren de havale ve psikoza yol açabilir.

Bulantı, kusma ve ishal gibi mide-bağırsak belirtileriyle, baş ağrısı ve uykusuzluğa da sebep olabilir.

Diyabetli hastalarda kan şekerinde tehlikeli iniş ve çıkışlara, ritim bozukluklarına yol açabileceğinden ayakta tedavilerde bu hastalara verilmemelidir.

Ayrıca sadece kinolonlar değil tüm antibiyotikler bağırsaklardaki bakteri dengesini bozarak başta obezite, diyabet, kanserler ve kalp hastalıkları olmak üzere birçok hastalığın temel sebebi olan enflamasyonun oluşumunda da rol oynarlar (2).

Fluorokinolon sınıfı antibiyotikler

Fluorokinolon sınıfı antibiyotikler ve bunların piyasadaki isimleri şunlar (8):

Ciprofloksasin: Cipro, Ciflosin, Ciproxin, Ciprasid, Cipracam, Ciprokabi, Ciproktan, Ciprolaks, Ciprolon, Cipronatin, Cipropol, Sifloks, Siprobel, Selfleks, Sanset, Roksin, Roflazin, Quinox, Proxacin, Novarex, Flotic.

OfloksasinTarivid, Drovid, Menefloks, Ofkozin.

MoksifloksasinAvelox, Atafloks, Demoxif, Mofelox, Moksefen, Moksine, Moxacin, Moxai, Moxday, Moxicum, Moxifor, Moxitab, Moxitec,

PefloksasinPeflacine

LevofloksasinCravit, Acomet, Beraxin, Floxilevo, İnfecur, Kinofloks, Lebel, Lefosin, Levofix, Levolon, Levonat, Levonidin, Levoximed…

Gelelim neticeye

Kinolon grubu antibiyotikler sinüzit, kronik bronşitin akut bakteriyel alevlenmesi ve komplike olmayan üriner enfeksiyonlarda alternatif tedavi seçeneklerinin varlığında ciddi yan etki riski nedeniyle asla kullanılmamalıdır.

Bu durumlarda ancak antibiyogramla kanıtlanması, diğer alternatif tedavilerin uygulanamaması durumlarında enfeksiyon hastalıkları uzmanı onayı ile verilmesi gerekir.

Kaynaklar:

1. https://www.fda.gov/NewsEvents/Newsroom/PressAnnouncements/ucm612995.htm

2. http://ahmetrasimkucukusta.com/2017/02/20/hakkimda/fda-uyardi-ama-antibiyotik-turkiyede-leblebi-gibi-kullaniliyor/

3. http://ahmetrasimkucukusta.com/2018/03/23/yazilar/elestirel-yazilar/ilaclar/bu-antibiyotik-aort-anevrizmasi-riskini-artiriyor/

4. http://ahmetrasimkucukusta.com/2016/05/16/yazilar/elestirel-yazilar/ilaclar/bu-antibiyotigin-faydadan-cok-zarari-var-2/

5. http://ahmetrasimkucukusta.com/2016/02/20/yazilar/elestirel-yazilar/ilaclar/antibiyotikler-beyin-fonksiyonlarini-da-bozuyor/

6. http://ahmetrasimkucukusta.com/2015/03/25/yazilar/elestirel-yazilar/ilaclar/antibiyotikler-obezite-riskini-artiriyor/

7. http://ahmetrasimkucukusta.com/2013/11/10/yazilar/elestirel-yazilar/ilaclar/antibiyotik-sekeri-oynatiyor/

8. http://www.ilacabak.com/

ASTIM KALPTE RİTM BOZUKLUĞUNA YOL AÇIYOR

$
0
0

Yeni bir araştırmada astımın ciddi bir ritim bozukluğu olan atrial fibrilasyon riskini artırdığı ortaya çıktı.

Norveç’ te 1995-2008 seneleri arasında 55 bine yakın erişkin üzerinde yapılan araştırmada katılımcıların yüzde 4’ ünde atrial fibrilasyon geliştiği tespit edildi.

Analizlerde astımı olanlarda atrial fibrilasyon riskinin yüzde 27 daha fazla olduğu hesaplandı.

Riskin aktif astımı olanlarda yüzde 76, astımı kısman kontrol altında olanlarda yüzde 40, kontrol altında olmayanlarda yüzde 74 olduğu hesaplandı.

Astımı kontrol altında olanlarda ise herhangi bir risk artışı yoktu.

Araştırmacılara göre, kalpte ritim bozukluğu yaptığı bilinen beta-2 agonist sınıfı astım ilaçlarının atrial fibrilasyon riskini artırmıyor.

Bu sonuçlar, atrial fibrilasyon riskinin astımlı hastalarda neden yükselmiş olduğunun araştırılması ve atrial fibrilasyon için risk faktörlerinin belirlenmesi gerektiğini ortaya koyuyor.

Kaynak: https://jamanetwork.com/journals/jamacardiology/article-abstract/2687455

GÜNDE BİR YUMURTA KALP KRİZİ VE FELÇ RİSKİNİ AZALTIYOR

$
0
0

Çinli ve İngiliz araştırmacıların dokuz sene boyunca yürüttüğü bir araştırmaya göre günde bir yumurta tüketmek kalp ve damar hastalıklarına yakalanma ile inme riskini azaltıyor.

Uzmanlar uzun yıllardır fazla yumurta tüketiminin kötü kolesterole etkisi konusunda uyarılarda bulunuyor. Ancak yeni bir araştırma her gün tüketilen bir adet yumurtanın kalp krizi de dahil olmak üzere kalp sorunlarını azalttığını ortaya koydu.

Kalp ve damar hastalıkları konusunda uluslararası akademik bir dergi olan Heart'ta yayınlanan bir araştırmaya göre her gün bir adet yumurta yiyen Çinli yetişkin bireylerin kalp-damar hastalıklarına yakalanma riski azaldı.

Çinli ve İngilizlerden oluşan araştırmacıların yürüttüğü araştırma kapsamında 30 ile 79 yaşları arasındaki yarım milyon yetişkin birey dokuz yıl boyunca gözlemlendi. Bu gözlem sonucunda araştırmacılar, günde bir yumurta tüketmenin kalp-damar hastalıklarına yakalanma riskini azaltma ile ilintili olduğu sonucuna varıldıklarını açıkladı. 

yumurta kabuk.jpg

 

ÖLÜM RİSKİ DAHA DÜŞÜK

Araştırmaya göre günde bir tane yumurta yiyenlerin yemeyenlere göre hemorajik inme geçirme ihtimalleri yüzde 26 daha düşükken, yumurta tüketenlerin hemorajik inmeye bağlı nedenlerden ölme riskleri de yüzde 28 oranında azalıyor. Yumurta tüketenlerin kalp ve damar hastalıklarına bağlı sebeplerden ölme ihtimalleri de yumurta yemeyenlere göre yüzde 18 daha düşük olarak açıklandı.

Araştırmaya katılanların yüzde 13'ü her gün yumurta tükettiklerini belirtirken, yüzde 9'u ise hiç yumurta yemediklerini ifade etti. Dokuz yıllık araştırmanın sonucunda örneklem grubu içerisinde 84 bin kalp ve damar hastalığına yakalanan birey tespit edilirken, toplam 10 bin kişinin kalp ve damar rahatsızlıklarına bağlı olarak öldükleri kaydedildi. Bu rakamlar farklı yumurta tüketme alışkanları bulunan gruplar arasında karşılaştırıldı.

Araştırmayı yürüten ekip, "Güncel araştırmamız, ortalama yumurta tüketimiyle (günde bir yumurtaya kadar) daha düşük kalp sorunları oranı arasında bir bağlantı olduğunu gösterdi" diyor.

DİĞER ARAŞTIRMACILAR NE DİYOR?

Ancak araştırmaya katılmayan uzmanlar araştırmaya temkinli yaklaştı ve araştırmanın yumurta tüketmenin kalp ve damar hastalıklarını azalttığına dair kanıt sunmadığını belirtti.

University College of London'da beslenme uzmanı olan Tom Sanders araştırmayla ilgili olarak, "Bu araştırma ile ilgili önemli bir kısıtlama yumurta tüketenlerin, tüketmeyenlere oranla çok daha varlıklı olmalarıdır… Doğrusu inme oranları uzun yıllardır Japonya, Avustralya, Kuzey Amerika ve Avrupa'da belirlenemeyen sebeplerden ötürü azalıyor ve bu düşüşün sebebi artan refah olabilir" dedi.

İngiltere'deki University of Essex'de kalp-damar uzmanı olan Gavin Sanderock ise "yumurta yemenin veya yememenin bir kişiye iyi geleceğini böyle bir araştırmaya dayanarak söylemek saçma, çünkü beslenme, yumurta gibi tek bir gıda ürünü seçmekten daha karışık" diye konuştu.

KOLESTEROL, PROTEİN VE VİTAMİN BAKIMINDAN ZENGİN YİYECEK: YUMURTA

Yumurtalar, uzun yıllardır kalp ve damar rahatsızlıklarına yol açtığı belirtilen kolesterol bakımından zenginler. Ancak yumurtalar aynı zaman yaşamımız için gerekli olan protein ile vitamin bakımından da zengin. 

Kalp ve damar hastalıkları, dünya çapında ölümlerin başlıca nedenleri arasında yer alıyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) verilerine göre yılda yaklaşık 17 milyon 700 bin insan kalp ve damar rahatsızlıkları nedeniyle hayatını kaybediyor. Bu da dünya çapında bir senede yaşanan bütün ölümlerin neredeyse üçte biri oluyor.

Kalp ve damar hastalıkları nedeniyle yaşanan ölümlerin yüzde 8'i kalp krizi ve inme sonrasında yaşanıyor. Sigara içmek, yeterli hareket etmemek ve tuz oranı yüksek olup taze meyve ile sebze bakımından zayıf olan bir beslenme düzeni kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riskini artırıyor.

Kaynak: https://www.ntv.com.tr/saglik/gunde-bir-yumurta-kalbi-korur-mu,9CNnijgZW0Onwd_yQBTKJg

Viewing all 7909 articles
Browse latest View live