Quantcast
Channel: Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
Viewing all 7909 articles
Browse latest View live

DOKTORLARA BEDAVA ÖĞLEN YEMEĞİ ASLINDA BEDAVA DEĞİLDİR

$
0
0

Tıbbın endüstri tarafından yönetilmesine karşı duruşuyla takdir toplayan muteber tıp dergisi British Medical Journal' de "Free lunches in medicine aren’t really free" (Bedava öğle yemekleri aslında bedava değildir) sözüyle başlayan makaleden:

" industry influence in almost all facets of patient care, medical education, clinical research, and even certification exams"

"endüstri hasta bakımından, tıp eğitimine, klinik araştırmalardan sertifika imtihanlarına kadar tıbbın her tarafını etkiliyor".

free lunch drug industry ile ilgili görsel sonucu

Modern tıp büyük ölçüde endüstrinin tahakkümü altındadır.

Endüstri ve doktorlar arasındaki menfaat münasebetleri sıfırlanmadan öncelikle hastaları gözeten bağımsız tıptan söz edilemez.

Bunu böyle bilin!

Tamamını okumak için: https://www.bmj.com/content/365/bmj.l1939

 


GÜNEŞ KREMİNDEKİ KİMYASALLAR KANA KARŞIYOR

$
0
0

Cilde sürülen her türlü krem, merhem ve losyonlar emilir ve kan dolaşımına geçer, dolayısıyla bu kremlerde bulunan kimyasallar da tüm vücudu etkiler.

Cilde sürülen kremin emniyetli olabilmesi için o kremin "yenebilir" olması gerekir.

Bir krem yenmiyorsa onu cilde de sürmemek gerekir.

Krem meraklılarına ehemmiyetle duyurulur.

***

BBC' nin haberi:

ABD'de yapılan bir araştırma güneş kremindeki kimyasalların yüksek oranlarda kana karıştığını ortaya koydu.

Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'ne (FDA) bağlı İlaç Değerlendirme ve Araştırma Merkezi'nin araştırmasında güneş kremlerindeki üç kimyasalın, günlük kullanım devam ettikçe kandaki seviyesinin arttığı ve son kullanımdan sonra en az 24 saat daha kanda kaldığına da işaret ediyor.

Sonuçları tıp dergisi JAMA'da yayımlanan araştırma FDA'nın üretici firmalardan inceleme yapmasını istediği 12 kimyasaldan dördünü; avobenzon, oksibenzon, ecamsule ve oktokrilen'i kapsıyor.

Araştırma kapsamında 24 sağlıklı gönüllü, bir hafta boyunca güneş kremi kullandı. Günde dört kez vücutlarının yüzde 75'ine krem süren bu kişilerden belli aralıklarla kan örnekleri alındı.

İlk gün sonunda ecamsule krem kullanan altı kişiden beşinin kanında istatistiksel olarak yüksek oranda bu kimyasala rastlandı.

Oksibenzon, avabenzon ve oktokrilen içeren kremler kullanan kişilerin tümünün kanında yüksek oranda kimyasal çıktı. Özellikle oksibenzon seviyesinin diğer kimyasallarınkinden 50-100 kat daha yüksek olduğu görüldü.

'Güneş kremi kullanımına devam edilmeli'

Amerikan Dermatoloji Akademisi'nden Dr. David Leffell, bu kimyasalların kana karışmasının etkileri konusunda ileri çalışmalar yapılması gerektiğini belirterek "Araştırmalar tamamlanıncaya kadar güneş kremi kullanımına devam edilmeli" tavsiyesinde bulundu.

Güneş kremleri konusunda her yıl tavsiyeler yayımlayan Çevre Çalışma Grubu Dairesi'nin Başkan Yardımcısı Scott Faber de "Asıl düşman güneş. Burada haber değeri taşıyan şey, cildimize sürdüğümüz maddelerin vücudumuz tarafından emilmesi değil. Güneş kremi üreticilerinin şimdi bu kimyasalların sağlık riski oluşturup oluşturmadığını incelemesi gerekiyor" dedi.

krem

Amerikan Cilt Kanseri Vakfı'na göre ülkede her yıl cilt kanseri teşhisi konan kişilerin sayısı diğer kanser türlerine yakalanan kişilerin sayısının toplamından daha fazla.

Dünya Kanser Araştırmaları Vakfı'na göre, küresel çapta melanoma hem kadınlarda hem de erkeklerde 19'uncu en yaygın kanser türü.

ABD Gıda ve İlaç Dairesi, başlangıçta güneş yanıklarına karşı kullanılan kremlerin reçetesiz satılmasına onay vermişti.

İki tür güneş kremi bulunuyor. Bu kremlerden birinde güneş ışınlarını filtrelemek için kimyasal bileşimler, diğerinde ise titanyum diyoksit ve çinko oksit gibi, sürüldükten sonra vücutta beyaz bir tabaka bırakan mineraller kullanılıyor. Birçok kişinin vücudunda beyaz bir tabakayla dolaşmak istemediği için kimyasal içeren güneş kremlerinin popular hale geldiği belirtiliyor.

krem

Çevre Çalışma Grubu uzmanlarından David Andrews'a göre, güneş kremlerine onay verildiği dönemde, bu ürünlerin sağlığa etkileri konusunda ciddi kaygılar yoktu. Ancak sonradan bu durum değişti ve FDA sektördeki üreticilerden güvenlik testi yapmalarını istemeye başladı.

Andrews, "Önceleri güneş kremleri tatillerde güneş yanıklarını önlemek için az miktarlarda kullanılıyordu. Ancak şimdi bu kremlerin her gün ve bol miktarda kullanılması tavsiye edildiği için FDA kaygıları gündeme getirmeye başladı" diye konuştu.

2008'de ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi bir araştırma kapsamında toplanan idrar örneklerini incelemiş ve bu örneklerden yüzde 97'sinde oksinbenzon bulunmuştu.

Oksibenzonun sağlığa olası etkileri

Daha sonra yapılan araştırmalarda ergenlik çağındaki çocuklarda oksibenzon'la düşük testosteron, yetişkin erkeklerde hormon değişiklikleri, kadınlarda hamileliklerin kısa sürmesi ve bebeklerin kilolarındaki anomali arasında potansiyel bir bağ olabileceği sonucuna varılmıştı.

10 yıllık bir çalışmada, oksibenzonun alerjik kontakt dermatitin en yaygın nedeni olduğu sonucuna varılmıştı.

Anne sütünde oksibenzon

Isviçre'de yapılan bir araştırmada da anne sütü örneklerinin yüzde 85'inde oksibenzon ya da dört güneş kremi kimyasalından biri tespit edilmişti. Bu araştırma bebeklerin de bu kimyasallara maruz kalıyor olabileceği kaygılarına yol açmıştı.

Hawaii, Palau ve Kew West'te yakın bir zaman önce mercan kayalıkları ve deniz canlılarına zarar verdiği gerekçesiyle oksibenzon ve oktinoksat içeren güneş kremleri yasaklanmıştı.

Avrupa Birliği ülkelerinde UVB ve UVA ışınlarına karşı, oksibenzon yerine daha yeni ve daha koruyucu maddeler kullanılmaya başlanmıştı. Ancak bu yeni ürünler FDA onayı için gereken güvenlik testlerinden henüz geçmedi. 2018'de Çevre Araştırmaları Dairesi'nin raporunda ABD'de satılan güneş kremlerinin üçte ikisinin kimyasal bazlı olduğu belirtilmişti.

Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-48185576

 

ORUÇ TUTTUĞUNUZDA VÜCUDUNUZDA NELER OLUR

$
0
0

Dünyanın dört bir yanında milyonlarca Müslümanın oruç tuttuğu Ramazan ayı başladı. Ramazan, son birkaç yıldır Kuzey Yarımküre'deki ülkelerde günlerin daha uzun, havaların da daha sıcak olduğu yaz dönemine denk geliyor.

Bu, Norveç gibi bazı ülkelerde her gün 20 saate yakın gıdalardan mahrum kalmak demek.

Peki oruç tutmak sağlığı nasıl etkiler? 30 gün oruç tutan bir insanın vücudunda neler olur?

İnsan bedeni, "oruç" tuttuğunu son öğünden 8 saat sonra kavrayabiliyor. Yani bağırsaklar son öğünde alınan tüm besin maddelerini tamamen sindirdiği zaman.

Vücut bir sonraki aşamada enerji ihtiyacını karşılayabilmek için karaciğerdeki ve kaslardaki glükoza yöneliyor.

 

Glükozu tükettiğinde de bir sonraki enerji kaynağı, vücuttaki yağlar oluyor.

gül lokumu

Yağların yakılması kilo vermemize, kolesterol seviyemizi düşürmemize ve diyabet riskini azaltmamıza yardımcı oluyor.

Öte yandan, kan şekerinin düşmesiyle vücutta halsizlik ve uyuşukluk baş gösteriyor.

Açlık seviyesinin en üste çıktığı zamanlarda baş ağrısı, mide bulantısı ve kötü ağız kokusu da semptomlara ekleniyor.

3.günden 7.güne: Su içmeye dikkat

Vücudunuz oruç tutmaya alışmaya başlıyor. Yağı tüketti ve kan şekerine dönüştürdü.

Sahur ve iftar vakitleri arasında su alımı azaldığı için vücutta terleme hızlanırken, sıvı kaybı da artıyor.

Su içen kadın

İftar ve sahur vakitlerinde öğünlerde karbonhidrat ve bazı yağların gerekli düzeyde alınması, enerji üretimi için şart.

Dengeli bir rejimle, protein, tuz ve su gibi belli besinleri almak önemli.

8.günden 15.güne: Vücut oruca alışıyor

Bedeniniz artık 3. aşamaya geçti ve vücut oruca neredeyse tamamen uyum sağladı.

İngiltere'deki Cambridge Üniversitesi Hastanesi'nin Anesterzi ve Yoğun Bakım Danışmanı Dr. Razeen Mahroof, bu aşamanın vücutta bazı olumlu etkileri de olduğunu söylüyor.

"Gündelik hayatta çok daha fazla kalorili gıda alıyoruz ve vücudumuz hastalıkları atlatmak gibi önemli görevleri yerine getiremez oluyor" diyen tıp uzmanı, şöyle devam ediyor:

"Oruç sırasında bu durum yeniden dengeleniyor. Vücut yeniden daha önemli fonksiyonlarına odaklanıyor, enfeksiyonlarla savaşması ve hastalıklardan iyileşmesi de kolaylaşıyor."

Meze
16. günden 30. güne: Detoks zamanı

Ramazan ayının 2. yarısında, kalın bağırsak, böbrek ve deri toksinlerinden arınmaya başlıyor.

Dr. Mahroof bu dönemde organların maksimum kapasitesine döndüğünü söylüyor. Hafıza ve konsantrasyon yeniden güçlenirken, enerjinin de arttığını vurguluyor.

Mahroof sözlerine şöyle devam ediyor:

"Oruç şafak vaktinden gün doğumuna kadar olan dönemi kapsar. Böylece enerji veren gıda ve sıvıları alabilme fırsatı olur. Oruç kasları korurken kişinin kilo vermesine de yardım eder.

"Ancak bedeniniz enerji için protein almaya başlarsa, ileri açlık moduna geçip kaslarınızı kullanmaya başlar. Bu en sık, günlerce ve haftalarca uzatılan oruç dönemlerinde görülür. "

Oruç sağlığa faydalı mı?

Dr. Mahroof'a göre yanıt "Evet" ama bir şartla:

"Oruç tutmak neyi ne zaman yediğimize odaklanmamızı sağladığı için sağlığa faydalı ama bir aylık dönemi uzatıp gün be gün oruç tutulmasını önermiyoruz."

"Orucu uzatmak uzun vadede yağı enerjiye dönüştürmeyi engeller ve vücut enerji kaynağı olarak kaslarınıza yönelir. 'Açlık moduna' geçtiği zaman uzun vadede kilo vermeyi zorlaştırarak sağlığı kötü etkiler."

Ramazan döneminin dışında da oruç tutulacaksa Mahroof'un önerisi 5:2 oruç diyetini uygulamak.

Yani haftanın 5 günü sağlıklı bir şekilde beslenmek ve diğer 2 gün oruç tutmak.

Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler-44111796

 

HAMİLELİKTE YENEN KURU YEMİŞ ÇOCUĞUN ZEKÂSINI ARTIRIYOR

$
0
0

Bu adamların işi gücü olmamalı ki böyle araştırmalarla vakit geçiriyorlar.

Kuru yemişler "adam gibi beslenmenin" temel gıdalarındandır ve temel gıdalar için de sağlığa faydalı mı zararlı mı diye araştırma yapmak boşa zaman geçirmekten ibarettir.

Kuru yemişler herkes için olmazsa olmaz yiyeceklerdendir.

Araştırmacıların annelerinin de kendilerinin de kuru yemişten nasiplerini almadıkları anlaşılıyor.

***

BBC' nin haberi:

İspanya'da yapılan yeni bir araştırmaya göre, hamilelikte yenen sert kabuklu yemişler, çocukların zekasını uzun vadede olumlu etkiliyor.

Barcelona Küresel Sağlık Enstitüsü'nde yapılan araştırmada, hamileliğin ilk 3 ayında sert kabuklu yemiş yiyen annelerin çocuklarının dikkat süresi, kısa süreli hafıza ve bilişsel fonksiyonlar bakımından daha gelişkin olduğu görüldü.

Araştırmada, İspanya'da 2200 hamile kadın ve çocukları doğumdan sonra 18 aylık, 5 ve 8 yaşlarında teste tabi tutuldu.

badem

Araştırmayı yürüten Florence Gignac bunun, "Uzun vadede çocuğun beyinsel gelişimi için hamilelikte kabuklu yemiş yemenin yararları konusunda yapılan ilk çalışma" olduğunu vurguladı.

Gignac, araştırmayla ilgili şunları söyledi:

"Gebelik süresince beyin bir dizi karmaşık süreçten geçer; annenin beslenmesi bebeğin beyin gelişiminde önemli bir faktördür ve uzun vadeli etkileri olur.

"Araştırmada ele aldığımız sert kabuklu yemişler ceviz, badem, fındık, fıstık ve çam fıstığıydı.

"Bunların yararının, bu yemişlerin yüksek oranda folik asit ve omega-3 ve omega-6 gibi yağ asitleri içermesinden kaynaklandığı kanısındayız.

"Bu maddeler beyin dokusunda, özellikle beynin ön kısmında birikir; bu kısım hafıza ve yürütücü işlevlerden sorumludur."

Araştırmada, sözü edilen yararın, hamileliğin ilk 3 ayında haftada 3 kez 30 grama yakın sert kabuklu yemiş yediğini söyleyen annelerin çocuklarında tespit edildiği ifade ediliyor.

Kabuklu sert yemişler, yetişkinlerde de yüksek tansiyon, oksidatif stres ve diyabet riskini azaltmanın yanı sıra yaşlılığa bağlı bilişsel zayıflamaya karşı koruyucu özelliğiyle biliniyor.

Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-48193433

 

DİYABET İLACINDA GENİTAL GANGREN RİSKİ VAR

$
0
0

Kısaca SGLT2 adıyla bilinen sodyum-glukoz-kotransporter-2 inhibitörleri kullanan hastalarda tehlikeli nekrotizan enfeksiyonlar görülebileceği bildirildi.

SGLT2 inhibitörleri, diğer diyabet ilaçları ve insüline rağmen kan şekerleri yüksek seyreden hastalarda kullanılıyor, ilacın kalp yetersizliği ve kronik böbrek yetersizliği gelişme riskini azaltıcı etkileri olduğu bildiriliyor.

İlaç AstraZeneca tarafından Forziga (dapagliflizon), Johnson & Johnson tarafından Invokana (canaglifozin) ve Boehringer İngelheim tarafından Jardiance adıyla üretiliyor.  

Bu grup ilaçlar böbreklerin glukozu tekrar kana absorbe etmesini önleyerek etkili oluyor.

Diğer diyabet ilaçlarında bu risk daha az

Annals of Internal Medicine isimli dergide yayınlanan çalışmada tip 2 diyabet tedavisinde kullanılan SGLT2 inhibitörleri ve Fournier gangreni arasındaki ilişki incelendi.

Fournier gangreni dış genital bölgede yerleşen, nadir görülen ama ölümcül de olabilen ağır bir enfeksiyondur. Bütün hastalara ölen dokuların çıkarılması için cerrahi müdahale yapılmıştır.

6 senelik bir dönemde SGLT2 inhibitörü alan 55 hastada Fournier gangreni ortaya çıktığı, üçünün bu sebeple öldükleri tespit edildi.

Diğer tür diyabet ilacı kullanan hastalara bakıldığında 35 senelik bir dönemde sadece 19 hastada Fournier gangreni teşhis edildiği ve bunların ikisinin öldükleri belirlendi.

Fournier gangreni dış genital organlarda ve perinede (apış arası) hassasiyet, kızarıklık ve şişmeye, ateşe ve halsizlik gibi şikâyetlere yol açan bir tablodur.

Bu ilaçların yan etkileri arasında ciddi idrar yolu enfeksiyonları, böbrek yetersizliği, kan şekeri, tansiyon ve potasyum düşüklüğü, ketoasidoz, kemik kırıkları ve ağır alerjik tepkiler de var.

Uzmanlar bu ilacı kullanan hastaların yan etkiler bakımından yakından takip edilmeleri gerektiğini bildiriyor.

Modern tıbbın yeni ilaç bulmada başını kaşıyacak vakti yok

Büyük ölçüde beslenme hatalarının eseri olan tip 2 diyabet tüm hızıyla bütün dünyayı kuşatan bir salgın hastalık gibi yayılmaya devam etmektedir.

Modern tıp bu hastalık için yeni ilaçlar geliştirmekle meşguldür ve "el hakk" bunda da çok başarılıdır.

Tip 2 diyabetin önlenmesi ve hastalığın erken dönemlerde doğru diyetle ilaçsız da tedavi edilebileceği modern tıbbın gündeminde pek yer almaz.

Gelelim neticeye

SGLT2 inhibitörleri bazı hastalar için elbette faydalı olabilir, bu ilacı kullananların yan etkisi varmış diye ilaçlarını kesmeleri tabii ki doğru değildir.

Zaten biliyorsunuz ki tüm ilaçlar sadece doktor tavsiyesi ile kullanılır veya bırakılır.

Bu ilacı yazan doktor ve kullanan hastaların bu riskten haberdar olmaları çok önemlidir, hatırlatırım.

Kaynak: https://annals.org/aim/article-abstract/2732837/fournier-gangrene-associated-sodium-glucose-cotransporter-2-inhibitors-review-spontaneous

BIRAKIN İSTEYEN İSTEDİĞİ KADAR ET YESİN

$
0
0

"Norveç Sağlık Bakanı, insanların sigara ve alkol içmelerine ve istedikleri kadar kırmızı et yemelerine müsaade edilmesi gerektiğini söylemiş".

Norveç' li Bakanın tavsiyelerinde katıldığım ve katılmadığım hususlar var.

BİR: Dileyen insan başkalarına zarar vermemek ve başkalarını özendirmemek kaydıyla sigara ve alkol içebilmelidir. 

İKİ: Sigara ve alkolün yasaklanmasını doğru bulmam çünkü bu durumda satışlar tezgah altına iner. Bu tür ürünlere yüksek vergiler getirilmesi daha doğrudur.

ÜÇ: Hükumetlerin vazifesi halk sağlığını korumaktır. Neyin sağlıklı ve neyin sağlıksız olduğunu anlatmak da bu kapsamdadır ama baskıcı ev zorlayıcılık çözüm sağlamaz.

DÖRT: Sigara içenler tabii ki toplumdan dışlanmamalıdır ama göstere göstere sigara içilmesi de tasvip edilemez. 

BEŞ: Kırmızı et herkesin mutlaka yemesi gereken bir besindir ama makul miktarlar da aşılmamalıdır.

***

Euronews' in haberi:

Norveç’ in yeni halk sağlığı bakanı, insanların sigara ve alkol içmelerine ve istedikleri kadar kırmızı et yemelerine müsaade edilmesi gerektiğini söyledi. 

 41 yaşındaki Sylvi Listhaug, ahlak polisi olmayı düşünmediğini ve hükumetin de halka neyin sağlıklı veya sağlıksız olduğu anlatmasının vazifesi olmadığını ekliyor.

Sosyal bir sigara içici olan Bakana göre, sigara içenlerin toplumdan dışlanmamalı ve herkes nasıl davranacağına kendisi karar vermeli.

Bakan, sigara içilmesine bazı yerlerde izin verilmesi gerektiğini vurguluyor.

Bu arada Bakanın sigara tüttürür ve gazoz içerken bir resmi sosyal medya sitelerinde “trend” olmuş durumda.

Norveç Kanser Derneği sekreteri Anne Lise Ryel ise bu düşüncelerde birinin Bakan olmasının halk sağlığını onlarca sene geriye götüreceğini, yeni Bakanın halk sağlığının gerçekte ne manaya geldiğini ve Bakan olarak vazifesinin ne olduğunu tam anlamadığını dile getiriyor.

Sağ görüşlü Progress Partisinden olan Listhaug daha önce adalet bakanı olarak çalışmış ama 2018’ de Facebook’ taki tartışmalı yorumlarından sonra istifa etmişti.

Gelelim neticeye

İnsan böyle Bakan "dostlar başına" (!) demekten kendini alamıyor.

Kaynak: https://www.euronews.com/2019/05/08/let-them-smoke-drink-and-eat-red-meat-says-norway-s-new-health-minister

KRONİK HASTALIKLAR BESLENME KILAVUZLARI İLE ARTMAYA BAŞLADI

VAPURDA ÇAY VE SİMİT


UZUN YAŞAMANIN VE KRONİK HASTALIKLARI ÖNLEMENİN YOLU İLAÇLARDAN DEĞİL GIDALARDAN GEÇER

$
0
0

Robert Lustig diyor ki:

Uzun yaşamanın altı hücresel metabolik yolu aynı zamanda kronik hastalıklar için de geçerlidir!

-Glikasyon (glikozillenme)

-Oksidatif stres

-Enflamasyon

-Mitokondri fonksiyon bozukluğu

-İnsülin direnci

-Membran instabilitesi

Bu altı hücresel metabolik yol ilaçlarla değil yiyeceklerle sağlıklı hale getirilebilir.

Gelelim neticeye

Dünya uzun yaşamanın sırları çözmeye çalışıyor ve bu amaçla türlü-çeşitli atraksiyonlar sahneleniyor.

Oysa mesele basit, mesele “sağlıklı yiyecekler” ve “adam gibi beslenme” den ibaret.

Ne yerseniz yiyin, hatta ne kadar isterseniz yiyin, yeter ki işlenmiş, katkı maddeleriyle dolu besinlerden uzak durun.

Bilimden bîhaber atalarınız gibi yiyip için.

Evet, hepsi bu!

Kaynak: https://twitter.com/Alex_Williams95/status/1127138829855547393

ZAYIFLAMAK DEĞİL, SAĞLIKLI ALIŞKANLIKLAR KAZANMAK ÖNEMLİ

$
0
0

Çok şükür ki böyle aklı başında diyetisyen kardeşlerimiz de var.

Mesele zayıflamak değil, adam gibi beslenmek ve adam gibi yaşamaktır.

Hatice Kübra Işıldar' ı tebrik ediyor, tüm diyetsiyenlere örnek olmasını temenni ediyorum.

***

Psk. Dyt. Hatice Kübra Işıldar ise, zayıflamanın bir baskı haline döndüğünü, önemli olanın zayıflamak değil, buna yol açan yanlış davranışların değiştirilmesi olduğunu söyledi.

Işıldar, “Zayıflamak için bir süre diyet yapan kişi, istediği kiloya ulaşıp diyeti bırakınca eski kilosuna tekrar döner. Bu kısır döngü, gıda ile kişi arasında önce bir yoksunluk duygusuna ardından daha da kuvvetlenen bir aşka dönüşür. Kişi yemeden duramaz. Burada önemli olan davranışı değiştirmektir. Bunun için her lokmayı fark etmek, her lokma için şükretmek önemlidir” diye konuştu.

Kaynak: https://www.haberintakasi.com/4937-mutlu-olmak-icin-saglikli-beslenin.html

 

OBEZİTE VE DEPRESYON ARASINDA BAĞLANTI KEŞFEDİLDİ

$
0
0

Bu araştırma meraklısı bilim adamları margarin ve bitkisel yağların her kronik enflamatuar hastalığın altında yatan temel faktörlerden biri olduğunu ne zaman anlayacaklar bilemiyorum.

Ben, bırakın depresyonu yağlı yediğim zaman mutluluktan uçar gibi oluyorum.

Yağ dediysek tabii ki tereyağı, tabii ki zeytinyağı, tabii ki zaman zaman kuyruk yağı, iç yağı, sade yağ.

Şimdi kendime mi inanayım farelerin beyin sinyallerine mi?

Bu bilim adamlarına tavsiyem şudur: Margarin ve bitkisel yağları sıfırlayıp, vücutları hayvani doymuş yağlarla bir güzel "doyursunlar".

Ondan sonra da ille de deney yapacaklarsa farelere karbonhidrat versinler, neler oluyor görsünler.

Hayır, teşekküre falan gerek yok.

***

İndependentturkish' in haberi:

Bilim insanları yıllardır obezitenin depresyonla ilişkili olduğunu söyler. Ancak bunun nedenleri şimdiye kadar hep bir parça belirsizdi.

Glasgow Üniversitesi’nin yeni araştırması, obeziteyle depresyon arasındaki ilişkinin nedeninin kan dolaşımı yoluyla beyne giren besin yağları olabileceğini ortaya koydu. Bu yağların, beyne girdikten sonra depresyonla bağlantılı nörolojik sinyalleri etkileyebileceği belirlendi.

Translational Psychiatry adlı bilimsel yayında yer alan çalışma, yoğun yağlı gıdalarla beslenen fareler üzerinde gerçekleştirildi.

Araştırmacılar, doymuş yağ asitlerinin farelerin beyinlerindeki metabolizmayla bağlantılı olan ve depresyonla ilişkisi bilinen hipotalamus bölgesine girdiklerini fark etti. Sonrasında doymuş yağ asitleri, depresyonun gelişiminden sorumlu olduğu bilinen ana sinyal yollarını etkiledi.

Glasgow Üniversitesi’ndeki çalışmaya liderlik eden Profesör George Baillie şunları söyledi:

“Yüksek yağlı beslenmenin beyindeki depresyonla ilişkili sinyal yolları üzerinde nasıl doğrudan etkileri olduğunu ilk defa gözlemledik. Bu araştırma, obezitenin depresyonla ilişkisini ve bu rahatsızlıklara sahip hastaları nasıl daha iyi tedavi edebileceğimizi açıklamak için bir ilk adım olabilir.”

Profesör Baillie, birçoğumuz yoğun yağlı yiyecekleri rahatlatıcı ve keyif verici bulsa da, çalışmada ispatlandığı üzere, bu besinlerin psikolojik sağlığımızı uzun vadede ters yönde etkileyebileceğine dikkati çekti.

Profesör Ballie sözlerini şöyle sürdürdü:

“Tabii ki kötü hissettiğiniz zamanlarda daha yağlı yiyecekler tüketerek iyileşmeye çalışabilirsiniz. Ancak bu, sonrasında olumsuz duyguları pekiştirecektir. Yağlı yiyecek tüketimini azaltmanın sağlık açısından birçok faydası olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak araştırmamız bunun daha mutlu bir ruh haline de ön ayak olduğunu ortaya koyuyor. Dahası, beyne girip ana bölgeleri ve sinyalleri etkileyebilen palmitik asit gibi yağ tiplerini anlamak, beslenme şekillerinin ruh sağlığı üzerinde nasıl potansiyel etkileri olabileceğine dair daha fazla bilgi verecek.”        

77 bin 591 yetişkinin İskoçya’daki 12 pratisyen hekimden alınan verilerini içeren çalışma, nisanda Glasgow’da toplanan Avrupa Obezite Kongresi’nde (ECO) de sunuldu. 

Kaynak: https://www.independentturkish.com/node/30171/sa%C4%9Flik/obeziteyle-depresyon-aras%C4%B1nda-yeni-bir-ba%C4%9Flant%C4%B1-ke%C5%9Ffedildi-besin-ya%C4%9Flar%C4%B1

FİBROMİYALJİNİN SEBEBİ DE ENSÜLİN DİRENCİ ÇIKTI

$
0
0

Bugün salgın gibi yayılan obezite, diyabet, kalp krizi, felç, kanser, Alzheimer, astım, alerji, egzama, Hashimato, depresyon başta olmak üzere kronik hastalıkların tümünün de vücuttaki kronik enflamasyon sonucu olduğunu yazıyor, söylüyoruz.

Bu enflamasyonun başta gelen unsurları da oksidatif stres, glikozillenme, mitokondri hasarı ve tabii ki de insülin direncidir.

Yeni bir araştırma, sebebi ve mekanizması bilinmeyen bir hastalık olan fibromiyaljide de ensülin direncinin rolü olabileceğini ortaya koydu.

Bu araştırmaya göre fibromiyalji hastalarında insülin direncinin bir göstergesi olan HbA1c daha fazla ve bunlara insülin direncini düzelten metformin verilmesi hastalık belirtilerinde dramatik düzelme sağlıyor.

Deneyde metformin vereceklerine katılımcılara "adam gibi beslenmeyi" öğretmiş olsalardı netice daha iyi olurdu ama neyse bu da fena değil.

Gelelim neticeye

Fibromiyalji hastalarının dertlerinden kurtulmaları için yapmaları gereken şey ilaç içmek değil adam gibi beslenmek ve hareket etmektir.

Bu sayede sadece fibromiyaljiden değil tüm kronik hastalıklardan da korunacaklardır.

Daha ne olsun?

Kaynak: https://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0216079

HAZIR GIDA ÜRÜNLERİNDEKİ PALMİYE YAĞI NEDEN RİSK OLUŞTURUYOR

$
0
0

BBC palmiye yağını inceleyen bir haber yapmış, aşağıda okuyabilirsiniz.

Benim palmiye yağı hakkındaki görüşlerimi de "Palmiye Yağı Gerçekleri" başlıklı yazımda bulabilirsiniz.

Okumak için: http://ahmetrasimkucukusta.com/2017/01/18/yazilar/tip-yazilari/beslenme/palmiye-yagi-gercekleri/

***

BBC' nin haberi:

Süpermarketlerde satılan çok sayıda sıvı yağ var. Ama bunlar arasında bir tanesi var ki, sıvı yağ olarak satın almasak da kullandığımız birçok üründe karşımıza çıkıyor.

Dilimlenmiş hazır ekmeklerde, çikolata, bisküvi, margarin, hazır çorba, pizza, cips vb… Ama bu yağın üretilme tarzı hem insan sağlığına, hem soluduğumuz havaya hem de yabanıl hayata zarar veriyor.

Palmiye yağı, dünyada en fazla kullanılan bitkisel yağ. Bazılarında oldukça yüksek oranlarda olmak üzere pek çok mamul üründe kullanılıyor.

Örneğin Nutella yüzde 22 oranında palmiye yağı içeriyor. Süpermarketlerde satılan ürünlerin yarısında palmiye yağı kullanıldığı tahmin ediliyor.

Bugüne dek farklı isimler altında sıralandığı için bu ürünlerin palmiye yağı içerdiğini bilmiyor olabilirsiniz.

palmiye yağı

Ancak 2014'te Avrupa Birliği'nde çıkarılan bir yasa, gıda ürünlerinde palmiye yağı kullanan üretici firmaların bunu bu isimle malzeme listesinde göstermesini zorunlu hale getirdi.

Ancak bu kural kozmetik ürünleri için geçerli değil. Bu yüzden şampuandan sabuna ve ruja kadar birçok üründe palmiye yağı kullanıldığını bilmiyor olabilirsiniz.

Palmiye yağının üretici firmalar için bu kadar revaçta bir hammadde olmasının farklı nedenleri var.

Trans yağ içermemesi, erime derecesinin yüksek olması ve üretiminin göreceli olarak çok daha ucuz olması gibi.

nutella
 
Sağlığa zararlı mı?

2017'de Avrupa Gıda Güvenliği Kurumu'nun (EFSA) Ferrero'nun sevilen markası Nutella başta olmak üzere birçok üründe kullanılan palmiye yağının kanser riskine işaret etmesi, bu bitkisel yağın sağlık ve çevreye olan etkilerini yeniden gündeme taşıdı.

EFSA, palmiye yağının 200 dereceden yüksek ısılarda rafine edilmesi halinde, diğer bitkisel yağlardan daha çok kanserojen madde ortaya çıkarttığını açıkladı.

palmiye yağı

Palmiye yağı, doğal kırmızı rengini değiştirmek ve kokudan arındırmak için yüksek ısılarda rafine ediliyor.

EFSA'nın yanında Dünya Sağlık Örgütü, BM Gıda ve Tarım Örgütü gibi kuruluşlar palmiye yağındaki GE olarak bilinen kanserojen maddenin arz ettiği tehlikeye dikkat çekmekle birlikte, palmiye yağının tüketilmemesi tavsiyesinde bulunmadı.

Öte yandan bazı araştırmacılar, yüksek doymuş yağ oranı nedeniyle kolestorol seviyesini artırarak, kalp krizi ve felç riskini artırdığını belirtiyor. Isıtılmış palmiye yağının yüksek tansiyona neden olduğu da ifade ediliyor.

palmiye yağı

Çevreye zararları

Aslında çevre örgütleri en büyük sorunun palmiye yağının kendisinden ziyade, palmiye çiftlikleri olduğunu söylüyor. Palmiye çiftlikleri yağışlı, tropik ormanların olduğu bölgelerde kuruluyor. Bu ormanlar orangutan gibi hayvanların yuvası.

Palmiye çiftliklerine alan açmak için ormanların kesilmesi ve avlanma nedeniyle bu hayvanların bir kısmı nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya.

Örneğin Borneo orangutanları bu tehlike bakımından kırmızı listede yer alıyor.

orangutan

Tehlikede olanlar sadece hayvanlar da değil. Uluslararası Af Örgütü'nün 2016'da yayınladığı bir rapor, Endonezya'da 8 yaşındaki çocukların bile tehlikeli koşullarda palmiye yağı üretiminde çalıştırıldığını ortaya koymuştu.

Araştırmalar ayrıca palmiye yağı üreten büyük şirketlerle yerel halk arasındaki çatışmalı ortamdan söz ediyordu.

Palmiye yağı üretimi büyük orman yangınlarıyla da ilişkilendiriliyor. 2015'te Singapur'u etkisi altına alan hava kirliliği Endonezya ormanlarındaki yangınlardan kaynaklanmış, kirlilik seviyesi normal düzeyin çok üzerine çıkmıştı.

Öte yandan ormanlık alanların yok edilmesi iklim değişikliğini de olumsuz etkiliyor.

2005-2015 yılları arasında Borneo adasındaki ormansızlaştırmanın yüzde 50'si palmiye çiftliklerinden kaynaklanmıştı.

palmiye yağı
Peki çözüm ne?

Palmiye yağı kullanımına son vermek en kesin çözüm olabilir. Ancak çevre örgütleri böyle bir boykot çağrısında bulunmuyor.

Çünkü palmiye yağı aslında verimli bir ürün. Daha dar arazi kullanımı ve daha az sayıda zararlı böcek ilaçları kullanılarak daha fazla ürün elde edilebiliyor.

1 ton yağ üretmek için kullanılan arazi bakımından durum şöyle: Palmiye yağı 0,26 hektar, kolza tohumu yağı 1,25 hektar, ayçiçek yağı 1,43 hektar, soya yağı 2 hektar.

Ayçiçek veya soya gibi alternatif ürünlerden aynı miktarda yağ üretmek için daha geniş arazi kullanmak gerekiyor. Bu ise çevreye daha fazla zarar verir.

palmiye yağı

Ayrıca palmiye yağı üretimi pek çok insan için istihdam kaynağı durumunda. Örneğin Endonezya'da bu sektörde 5 milyon kişinin çalıştığı ifade ediliyor.

Palmiye yağı üreticileri ise çözümü sürdürülebilir üretimde görüyor. Bu çevreye, ormanlara, yabanıl hayata ve insanlara zarar vermeden yapılan üretim anlamına geliyor.

2003'te Sürdürülebilir Palmiye Yağı Grubu adı altında bir araya gelen üreticiler bu fikir ve uygulamayı teşvik etmeye başladı.

2013'te dünyanın en büyük palmiye yağı tedarikçisi Singapur merkezli Wilmar adlı şirket, ormanların kesimi, yangın ve emek sömürüsünü teşvik etmeyen politikalar benimsediğine dair bir bildirge açıkladı.

palmiye yağı
Image caption Güney Doğu Asya'da palmiye yağı üretimi son 30 yılda büyük artış gösterdi.

Ancak çevre örgütleri bu tür hoş sözlerin uygulamaya konmamasından, verilen vaatlerin tutulmamasından, orman kesimi, yabanıl hayatın korunması, sera gazı salınımı konusundaki kaygıların giderilmediğinden şikayetçi.

Palmiye yağı sektöründeki şirketlerin çabalarını olumlu karşılayan Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) bile, bugün üretilen palmiye yağının sadece yüzde 18 kadarının "sürdürülebilir" nitelikte olduğunu ifade ediyor.

Güney Doğu Asya'da palmiye yağı üretimi son 30 yılda büyük artış gösterdi.

Büyük üreticilerin çoğu şimdi de gözlerini Afrika'ya dikti.

Yani, üretim tarzı değişmediği takdirde palmiye yağının verdiği zarar artarak devam edecek görünüyor.

Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-48222104

 

TİP 2 DİYABET BİLİM DIŞI BESLENME TAVSİYELERİ İLE DÜZELİYOR

$
0
0

Modern tıbba göre tip 2 diyabet ömür boyu devam eden, sürekli ilaç kullanmayı gerektiren ve asla düzelmeyen bir hastalıktır.

Biz ise tip 2 diyabetin bir hastalık olmadığını, bunun başta beslenme yanlışları ve hareketsizlik olmak üzere hayat tarzındaki yanlışlardan kaynaklanan, ilaçsız önlenmesi ve erken dönemde tamamen düzelmesi mümkün olan geçici bir “rahatsızlık” olarak görüyoruz.

Son senelerde bu görüşümüzü destekleyen çalışmalara bir yenisi daha eklendi.

British Journal of Sport Medicine’ de yayımlanan  “Dutch Reverse Diabetes 2” isimli çalışmada kalori sayımı yapmadan işlenmemiş gıdalarla beslenme, stres yönetimi ve fiziki aktivite gibi hayat tarzı düzenlemelerinin etkileri incelendi.

Ortalama yaşları 57.4±8.0, vücut kitle endeksleri 31.2±4.2, ortalama göbek çevreleri 105.4±10.2 cm olan 74 hasta üzerinde gerçekleştirilen çalışmada 6 ay sonunda şu sonuçlara ulaşıldı:

BİR: Ortalama HbA1c seviyeleri 5 mmol/L azaldı.

İKİ: HbA1c seviyeleri 53 mmol/L’ den düşük olanların oranı yüzde 36’ dan yüzde 60’a çıktı.

ÜÇ: Çalışmadan önce katılımcıların yüzde 90’ ı en azından bir çeşit diyabet ilacı alırken, 6 ay sonra yüzde 49’ u ilaçlarını azalttı, yüzde 13’ ü ise tamamen kesti.

DÖRT: Açlık kan şekeri seviyeleri, kilo, VKE ve göbek çevresi azaldı.

BEŞ: Kan lipitlerinde değişmezken trigliseritlerde azalma oldu.

ALTI: Hayat kalitesi arttı, yorgunluk ve uyku problemleri azaldı.

Tip 2 diyabet modern tıbbın yanlış beslenme tavsiyelerinin yarattığı bir hastalıktır

Modern tıbbın beslenme tavsiyeleri de bana göre külliyen yanlıştır ve hatta obezite ve diyabetteki patlamanın da önemli sebeplerindendir.

BİR: Üç ana üç ara öğün yerine günde iki defa beslenilmelidir.

İKİ: Temel yağlar olarak tavsiye edilen ayçiçek, mısırözü ve kanola gibi omega 6 deposu yağların zerresi bile ağza konmamalıdır. Mutfağımızda bulunması gereken iki yağ, köy tereyağı ve soğuk sıkma zeytinyağıdır.

ÜÇ: Hararetle tavsiye ettikleri layt ürünler ve suni tatlandırıcılar asla yenip içilmemelidir.

DÖRT: Yağsız süt ürünleri yerine tam yağlı yoğurt, ayran, peynir tercih edilmelidir.

BEŞ: Tahıllar temel gıda olmamalı, işlenmemiş tam tahıl mamulleri makul miktarda tüketilmelidir.

ALTI: İşlenmiş ve paketlenmiş gıdaların adı bile anılmamalıdır.

YEDİ: Kalori hesabı külliyen yanlıştır.

SEKİZ: Kolesterol deposu diye yasakladıkları yumurta da sağlıklı hayvansal yağlar ve sakatat da sağlıklı beslenmenin olmazsa olmaz yiyecekleridir.

Gelelim neticeye

BİR: Modern tıbbın tavsiye ve ilaçları tamamen düzelebilecek olan geçici bir rahatsızlığı, ömür boyu düzelmeyen ve kalp krizi, felç, diğer damar tıkanıklıkları gibi ölümcül komplikasyonları olan bir hastalığa çeviriyor.

İKİ: Tip 2 diyabet bir hastalık değildir, modern tıbbın yanlış beslenme tavsiyeleri ve işlenmiş gıdaların yarattığı, adam gibi beslenme ile doğru hayat tarzı ile tamamen düzelmesi mümkün olan geçici bir rahatsızlıktır.

ÜÇ: Bu araştırma benim "Tıptan Uzak Sağlıklı Hayat" veya "Karatay Diyeti" prensiplerine uyularak yapılmış olsaydı sonuçları daha parlak olurdu, inanın!

Kaynak: https://nutrition.bmj.com/content/early/2019/05/13/bmjnph-2018-000012

KOLESTEROL İLAÇLARININ YAN ETKİLERİ KORKUTUYOR

$
0
0

The Journal Current Vascular Pharmacology yayınlanacak olan çalışmaya göre kolesterol ilacı kullanan hastaların yarısı kadarında ciddi yan etkiler görülüyor.

556 hastanın 4 seneden uzun süre takip edilmeleriyle gerçekleştirilen çalışmada hastaların yüzde 49’ unda içlerinde ruh hastalıkları, uyku ve beyin fonksiyon bozuklukları da olan aksi tesirler görüldüğü ortaya çıktı.

Hastaların dörtte biri kas ağrıları ve yüzde 20’ si ise zihin veya hafıza ile ilgili problem yaşadılar.

İlaç kalp hastalığı gelişme riski yüzde 10 alanlara tavsiye ediliyor.

Birçok uzman ilacın faydasının risklerine göre çok fazla olduğunu, yan etkilerin ender görüldüğünü iddia ediyor.

The British Heart Foundation bu ilaçların kolesterol düşürmede etkili ve önemli olduğunu, potansiyel bir kalp krizi veya felç riskini azalttığını söylüyor.

Bununla beraber ilacın faydasını tartışan uzmanlar da var, bunlardan biri de Royal College of Physicians önceki başkanlarından ve Kraliçe’ nin de doktoru olan Professor Sir Richard Thompson:

“Statinle ilgili yayınların çoğunda bu ilaçları almanın ölüm oranlarında bir azalma sağlamadığnı gösteriyor. Bu çalışma da ilacın faydalarının zararlarına üstün olmadığını ortaya koyuyor. Bağımsız bir çalışmada ilacın yan etkilerinin belirlenmesi gerekir” diyor.

Gelelim neticeye

Endüstri tarafından desteklenen çalışmaların ilaçların faydalarını abartan yan etkilerini ise de küçümseyen sonuçlar vereceği önceden bellidir.

Statinlerle ilgili çalışmalar da bu şekilde değerlendirilmelidir.

BÜYÜK KOLESTEROL YALANLARI diye bir kitap yazdım, daha ne diyeyim?

Kaynak: https://www.express.co.uk/life-style/health/1126213/statins-side-effects-mental-health-memory-sleep-muscle-pain


DÜŞÜK KARBONHİDRATLI BESLENME KİREÇLENMEYE DE İYİ GELİYOR

$
0
0

Halk arasında kireçlenme olarak bilinen osteoartritte düşük karbonhidratlı diyetin eklem ağrılarına birçok yan etkisi olan ağrı kesicilerden daha iyi geldiği bildirildi.

Araştırma, 65-75 yaş arasındaki hastalar üzerinde gerçekleştirildi. Bir gruba 12 hafta süreyle düşük karbonhidratlı, bir gruba ise düşük yağlı bir diyet uygulanırken, kontrol grubunda yer alanlardan ise her zamanki gibi yiyip içmeleri istendi.

Hastalar her üç haftada bir fonksiyonel ağrı, kendi bildirdikleri ağrı, hayat kalitesi ve depresyon bakımından değerlendirildi. Araştırmanın başında ve sonunda oksidatif stres kriterlerine bakıldı.

12 hafta sonra düşük karbonhidratlı diyet uygulayanlarda ağrı yoğunluğunun, kendi bildirdikleri ağrının, oksidatif stres ve leptinin diğer iki gruba göre azaldığı tespit edildi.

Araştırmacılar bu sonuçları, oksidatif stresin fonksiyonel ağrı ile ilişkili olduğu ve bunun düşük karbonhidratlı diyetle azaltılmasının ağrının giderilmesini sağladığı ve opioit gibi ağrı kesici ilaçlara alternatif olabileceği şeklinde değerlendiriyorlar.

Osteoartrit nedir?

Halk arasında eklem kireçlenmesi olarak bilinen osteoartrit eklem hastalıklarının en sık görülenidir. Diz eklemine protez konması dışında etkili bir tedavisi yoktur. Ağrılar için birçok yan etkisi olan opioit, parasetamol, anti-enflamatuar ilaçlar kullanılır.

Gelelim neticeye

Adam gibi beslenmenin “kellikten körlüğe, tepeden tırnağa tüm hastalıklarda ne kadar önemli olduğunu bir kere daha anlamış oluyoruz.

Bunu anlamamakta ısrar edenlere “adam gibi beslenmeyi” tavsiye ediyorum.

Kaynak: https://academic.oup.com/painmedicine/advance-article-abstract/doi/10.1093/pm/pnz022/5380130?redirectedFrom=PDF

 

DEMEK Kİ TIPTAN UZAK KALMAK SAĞLIKLI KILIYORMUŞ İNSANLARI

$
0
0

Prof. Dr. Canan Karatay' ın yazısı:

Beni hayatta görmemiş olan, tanımadığım kim olduğunu da bilmediğim bir elektrik mühendisi kolesterol ilaçlarından ve diyabet hastalığından nasıl kurtulduğunu anlatıyor ve de teşekkür ediyor.

NETİCE:

  1. KOLESTEROL İLAÇLARINI BOŞU BOŞUNA İÇMİŞ.
  2. ŞEKER İLAÇLARINI BOŞU BOŞUNA İÇMİŞ.
  3. TANSİYON İLAÇLARINI BOŞU BOŞUNA İÇMİŞ.
  4. DEMEK Kİ İLAÇLARIN HİİİİÇ BİR YARARI, HİİİİÇ BİR FAYDASI YOKMUŞ.
  5. DEMEK Kİ TIPTAN UZAK KALMAK SAĞLIKLI KILIYORMUŞ İNSANLARI.
  6. DEMEK Kİ KARATAY HALK SAĞLIĞINA ZARAR VERMİYORMUŞ.
  7. DEMEK Kİ BAĞIMSIZ KARATAY VE BAĞIMSIZ A. RASİM KÜÇÜKUSTA İLAÇ KARTELLERİNE ZARAR VERİYORLARMIŞ.
  8. DEMEK Kİ BAĞIMSIZ GERÇEK BİLİM GİDEREK KAZANIYORMUŞ.
  9. DEMEK Kİ BAĞIMSIZ KARATAY BU NEDENLERLE 45 ADET SORUŞTURMA GEÇİRİYORMUŞ!
  10. GÖZLERİ VAR GÖRMEZLER-KULAKLARI VAR DUYMAZLARA SELAM OLSUN! 
 
***

SAYIN YETKİLİ,

BU MEKTUBUMU LÜTFEN Sn Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay’A İLETMENİZİ RİCA EDERİM.

Sayın Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay hanımefendi,

Herşeyden önce, bu satırların coşku ve heyecanını mazur görmenizi rica ederim.

Efendim bendeniz, 61 yaşında bir elektrik mühendisiyim. 12 yıldan fazladır DİYABET hastası idim. O kadar kötü idim ki , son zamanlarda, günde 3 defa ANİ ETKİLİ, günde 1 defa da 24 SAAT ETKİLİ olmak üzere , günde 4 defa çok yüksek dozda insülin iğnesi (100 ünite) yapıyordum. Ayrıca günde bir defa İKİ ADET FARKLI KOLESTEROL HAPI alıyordum. Biri “damar açıcı” olmak üzere kullandığım 3 tane başka hap da vardı… (NOT: “Her yıl yenilenen sağlık raporum” aracılığıyla SGK ‘dan edindiğim bu ilaçların tam bir listesini, talebiniz halinde zatıalinize takdim edebilirim.)

Efendim sözü uzatmayayım, kitaplarınızın tamamını defalarca okudum. Önerilerinizden yapabildiklerimi hemen uyguladım. “Ekmeği terketmek”ten başlayarak, beslenme rejimimi tamamen değiştirdim. 5,5, aydır güne “sıkılmış bir limon+D vitamini+Omega 3+multivitamin desteği” ile başlıyor, ve sabah-akşam 6 şar km olmak üzere her gün toplam 12 km hızlı yürüyüş yapıyorum. Bu rejime başladıktan sonra, yaptığım insülinlerin bana FAZLA gelmeye başladığını gördüm ; gördükçe DOZU AZALTTIM. Dört ay kadar önce 20 üniteye bile bana fazla gelince İNSÜLÜNİ TAMAMEN KESTİM. Ama belki geçici

bir şeydir diye, bu durumu doktoruma söylemeden kolesterol haplarıma devam ettim ; taa ki elimde olmayan bir aksaklıktan ötürü, bu haplardan da bir hafta kadar ayrı kalıncaya dek. Bir hafta kadar içemediğim bu haplar elime geçince, bu defa da beni bir düşünce aldı ; düşündüm... Çünkü adeta gençleşmiş gibi kendimi çok iyi hissediyordum. Ve hapları hiç kullanmamaya karar verdim. Kolesterol haplarını böylece tamamen kesmemin üzerinden 1 aydan fazla bir zaman geçti.

Kan şekeri değerlerimi hala arasıra ölçüyorum. ARTIK ASLA BİR DİYABET HASTASI DEĞİLİM. Kolesterol değerlerime gelince, hernekadar bu değerleri bilmesem de, gençliğim, canlılığım, cinsel aktivasyonum, uyku ve barsak düzenim yani herşey o kadar mükemmel ki onların kötü olma ihtimali bence yok. (Şehir dışında, doğada yaşıyorum. Bu ay bir ara İzmir’e gidip bunları doktoruma anlatacağım. Ama önce sizinle paylaşmak istedim.)

Size minnetimi anlatacak kelime bulmam zor. Zatıalinize ancak teşekkür edebilirim.

Biliyorum ki, benim bugün sağlıklı olmam, sizin çalışmalarınız sayesinde oldu. İşte bu mektup, uykusuz gecelerdeki değerli çabalarınızın asla boşa gitmediğinin bir kanıtıdır.

Saygılarımla efendim.

14.04.2019

Kazım Kurtuluş İzbek

Elek. müh. E-posta= kurtulus.izbek@gmail.com

HAZIR GIDALAR BAĞIŞIKLIĞI BOZUYOR

$
0
0

Grip aşılarının beklenildiği kadar koruyucu olmamasına, kısaca tBHQ olarak bilinen “tert-butylhydroquinone” isimli katkı maddesinin sebep olabileceği bildirildi.

TBHQ, kraker, cpis, kızartma yağları, dondurulmuş et ve balık başta gelmek üzere birçok gıdaya tazeliğini muhafaza etmesi için katılıyor.

Bu kimyasalın ismi gıdanın etiketindeki içindekiler listesinde yer almıyor olsa bile endüstrileşmiş bir ülkede yaşayan hemen herkesin diyetinde bulunacağı bildiriliyor.

junk food shelves ile ilgili görsel sonucu
 

Fareler üzerinde gerçekleştirilen deneylerde tBHQ’ nun gribe karşı savunmada önemli rolleri olan CD4 + T hücrelerinin aktivasyonunu engelledikleri tespit edildi.

Bir grup fare tBHQ bulunan diyetle bir grup ise tBHQ bulunmayan diyetle beslendiler. 2 hafta sonra her iki gruba da grip virüsü verildi. tBHQ alan grupta T hücre aktivasyonunda ve virüsün vücuttan temizlenmesinde önemli derecede gecikme olduğu belirlendi.

Bu fareler farklı bir grip virüsü ile enfekte edildiklerinde tBHQ grubunda yer alanların bu ikinci gripten diğer grupta yer alanlara göre çok daha geç iyileştikleri (3 güne karşı 6 gün) görüldü.

Ne kadar tBHQ’ nun bağışıklığı etkileyebileceği tam olarak bilinmiyorsa da birçok gıdada bulunan 0.0014% gibi çok düşük miktarları bile gribe karşı bağışıklık cevaplarını azaltıyor.

TBHQ’ nun müsaade edilen günlük miktarı kilo başına 0.7 miligram ama örnek diyetlere göre bir insan günde bunun yüzde 1.100 mislini (7 mg/kg/gün) alabiliyor.

TBHQ’ nun bağışıklığı hangi mekanizma ile bozduğu kesin olarak bilinmiyor ama laboratuvar çalışmalarında Nrf’ adı evrilen bir proteinin rolü olabileceği düşünülüyor.

Daha önce yapılan çalışmalarda tBHQ ile alerji ve kanser arasında da ilişkiler olabileceği gösterilmişti.

Araştırma Experimental Bilology toplantısında sunuldu.

Gelelim neticeye

BİR: Mesele tBHQ’ nun grip aşısının koruyuculuğunu azaltmasıyla sınırlı olsaydı hiç mühim değildi.

İKİ: Bu çalışma çok önemli bir hakikati gözler önüne seriyor. Bu katkı maddesi sadece grip aşısının etkinliğini azaltmıyor genel manada bağışıklığın en önemli unsurlarından olan T hücrelerinin aktivasyonunu bozuyor.

ÜÇ: Bu bulgular, tBHQ’ nun başta enfeksiyon ve kanserler olmak üzere tüm hastalıklara zemin hazırlaması demek.

DÖRT: Neden işlenmiş yiyecek ve içeceklere ısrarla zerresi bile ağıza alınmaması gerekir dediğimizi inşallah Sağır Sultan da duymuştur.

Kaynak: https://www.contagionlive.com/news/common-food-additive-may-hinder-flu-vaccine-effectiveness

BROKOLİ KANSER TEDAVİSİNDE MUCİZELER YARATABİLİR

$
0
0

Karnabahar, lahana, brokoli, karalahana, Brüksel lahanası gibi sebzelerde bulunan bir molekülün [indole-3-carbinol (i3c)] insanlarda görülen kanserlerde rolü olan bir geni etkisiz hale getirdiği bildirildi.

Science isimli dergide yayınlanan araştırmaya göre brokolide bulunan bu molekül kansere yatkın hayvanlarda ve insan prostat kanseri hücrelerinde WWP1 geni üzerinden tümör büyümesini baskılıyor.

Kanser gelişiminde rolü olan WWP1 geni PTEN’ in tümör baskılayıcı aktivitesini inhibe ederek etkili oluyor.

 

İnsanlardaki kanserlerde en sık mutasyona uğrayan, aktivitesi azalan süpresör genlerden biri PTEN’ dir.

Bazı kalıtsal PTEN mutasyonları genin aktivitesini azaltarak kansere duyarlılığı ve gelişimsel kusurlarla karakterize sendromlara sebep olur.

Gelelim neticeye

Bu çalışma, PTEN reaktivasyonu ile kanserlerin önlenmesi ve tedavisinde yeni bir imkân yaratabileceğini gösteriyor ama bunun bir tedavi hâline gelebilmesi için daha çok çalışılması şart.

Haydi hayırlısı!

Kaynak: https://science.sciencemag.org/content/364/6441/eaau0159

BESİN KALİTESİNİN ARTMASI SENEDE 11 MİLYON ERKEN ÖLÜMÜ ÖNLEYEBİLİR

$
0
0

Sağlıklı ve uzun yaşamak için hayat tarzının çok önemli ve bunun başta gelen unsurunun da “adam gibi beslenme” olduğunu savunuyorum.

Sağ olsun Amerikalı uzmanlar da benim bu teorilerimi ispatlamak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Bana göre, sağlıklı olmanın temel şartı hangi gıdaların ne kadar ve nasıl yendiği değil bunların kaliteli olması, endüstrinin elinin değmemesi, işlenmemesidir.

Yeni çalışma tam da bu benim teorimi destekliyor.

Dietary Quality ile ilgili görsel sonucu

Bu çalışmada, diyet kalitesinin düzeltilmesinin tüm dünyada senede 11 milyondan fazla erken ölümü önleyebileceği gösterildi; bu toplam ölümlerin yüzde 24’ ünün ortadan kalkması anlamına geliyor.

Kaliteli diyet sayesinde senede kanserden 1.6 milyon, koroner damar hastalıklarından 3.9 milyon, felçlerden 1 milyon, solunum yolları hastalıklarından 1.7 milyon, sinir sistemi hastalıklarından 0.4 milyon, böbrek hastalıklarından 0.5 milyon, diyabetten 0.6 milyon ve sindirim sistemi hastalıklarından 1.2 milyon ölümün önlenebileceği hesaplandı.

 

Gelelim neticeye

Gıdaların “adam gibi” olması sağlıklı yaşamanın, hastalıklardan korunmanın olmazsa olmaz şartlarındandır.

Bunu görmezden gelerek tıptan medet ummak ne kadar doğru olabilir, düşünün.

Kaynak: https://academic.oup.com/jn/advance-article/doi/10.1093/jn/nxz010/5485051?guestAccessKey=516a4d89-e0f8-4060-b7d3-7452e9806112

Viewing all 7909 articles
Browse latest View live